son 30 günde en çok ne okundu?

28 Aralık 2019 Cumartesi

2020-3




yeni yılı eğlenmek için mi kutluyoruz peki?

yani eğlenmek için başka sebep bulamayıp, her yıl aralık ayının son gecesini veya son haftasını mı bekliyoruz?

gerçekten hayattan aldığımız tek eğlence aralık ayının son haftası mı?

peki neden?

onun dışında herhangi bir anın tadını çıkararak eğlenemez miyiz, kendimize farklı şekillerde eğlenmeye fırsatlar çıkaramaz mıyız? 

yılbaşını eğlenmek için mi kutluyoruz yoksa yılbaşı geldiği için mi eğleniyoruz?

ben eğlenmeye karşı olan biri değilim. evimde eski amerikan rock şarkıları ile eğlenen biriyim şahsen. ve bunu dilediğim an yaparım. eğlenmek için yeni yılı beklemem ya da herhangi bir özel günü beklemem. beklemek ertelemektir. ertelemek ardı arkası bitmeyen bir süreçtir. eğer bir eylemi ertelerseniz bu yaşantınızın her anına etki eder. 

yılbaşı geliyor, artık eğlenebilirim. ya da yılda en çok yılbaşını eğlenerek geçirmeliyim vs tarzı düşüncelerini çok makul bulmuyorum. bizler robotlar gibi belli bir sisteme bağlı olmamalıyız. bu tam olarak şunun gibi, ben her pazartesi eğlenirim.(pazartesi eğlenen var mıdır yahu) peki neden yani? neden eğlenmek için pazartesiyi bekliyorsun. yani salı eğlenmeye dair bir isteğin oluştuğunda pazartesiyi mi beklemek zorundasın. veya diyelim ki pazartesi istediğin gibi geçmedi, modunda değilsin, ancak yine de eğlenmek mi zorundasın?

elbette değilsin.

ertelemek bize göre değil. o anki hislerimize göre "anlık" olarak kararlar verebiliriz. çünkü bizler insanız, düşünebilip, bir şekilde hayatımıza göre dilediğimiz fiilleri eyleme dökebiliriz.

yılbaşı eğlenin, elbette eğlenin, ama yalnızca neden eğlendiğinizi kendinize sorun. yılbaşı neden eğleniyorum diye. 

2020-6'da açıkladım, bize 365 gün verilmiyor. yani yeni bir yıl verilmiyor. 2019'dan 2020'ye geçişte sadece görünürde şu son iki rakam değişiyor. bu zaten her gün her an değişiyor. saatlerimizdeki rakamlar daima değişiyor. yani bunun daha makul bir sebebi olması gerek diye düşünüyorum.

aksi halde, yalnızca bu yaptığınız çoğunluğa uyarak eğlenmek olur, Kİ, bakın buradaki Kİ kısmı çok önemli.

LÜTFEN, EN AZINDAN EĞLENİRKEN ÇOĞUNLUĞA UYMADAN, KENDİ DÜŞÜNCELERİNİZE, MANTIĞINIZA GÖRE KARAR VERİN. EN AZINDAN, EĞLENİRKEN.

mantıklı yıllar.

26 Aralık 2019 Perşembe

2020-6




yeni yılda tam olarak neyi kutluyorsunuz?

bir yılı bitirmenin mutluluğu mu? 

kendimize verildiğini hissettiğimiz 365 günün mutluluğu mu?

gerçekten yeni bir yıl ile birlikte bize 365 gün veriliyor mu? elbette hayır. bu tamamen saçmalık. bize yeni yıl ile birlikte değil 365 gün, bir dakika bile verilmiyor. bize verilen sadece an. eğer yeni yılı bu anlamda kutluyorsak, bu benim bakış açıma göre saçmalıktan öte değil. bize verilmeyen bir şeyi neden kutluyoruz ki. tek önemli olan, şuandan örnek veriyorum, 2019 sayısının son iki kısmının değişmesi mi. hadi değişti diyelim. 2020 oldu. bu gerçekten olağanüstü, doğa üstü bir durum mu? elbette değil. bir diğer saçma bulduğum nokta ise, her yıla büyük kutlamalarla giriliyor. son zamanlarda özellikle, yılın aralık ayına girildiği an, veda ediliyor. anın tadını çıkarma gibi bir durum yok. hemen elimizdeki yılı atma peşindeyiz. işin saçma noktası da. bir önceki yılın aralık ayında şimdi bitmesini istediğimiz yılı resmen iple çekiyorduk.

öyle değil mi?

mantık aramak gerekiyor, birçok şeyde. başlık 2020-6. neden? bu çoğu insan için şuan böyle. benim için halen bugün 26 aralık 2019. başlığı kendime değil, böyle düşünenler için hazırladım yalnızca. 2020-6 oldu, peki bu gerçekten ne kadar önemli?

mutlu yıllar...


29 Kasım 2019 Cuma

IŞINLANMA TEKNOLOJİSİNİ AÇIKLIYORUM birinci kısım



BU YAZIMDAN SONRA, BİR TAKIM SÜPER GÜÇLER TARAFINDAN YOK EDİLMEYİ BEKLEMİYORUM. ÇÜNKÜ BU EMİNİM ZATEN BİRÇOK İNSAN TARAFINDAN BİLİNEN, TAHMİN EDİLEN BİR DURUM.

şaka bir yana.

konuya giriş yapmak istiyorum. hayalimdeki ve gerçek anlamda olabilecek ışınlanma teknolojisi hakkında bir takım aydınlanmalar yaşatmak istiyorum. kendi çapımda, en azından.

ışınlanma dediğimiz olayın, bizi tam olarak fiziki anlamda bir yerden bir yere götürebileceğini düşünmüyorum. şöyle sizlere adım adım açıklayacağım bu sistemi, bilgisayar oyunları ile arası iyi olan dostlarım çok daha rahat şekilde anlayacaklardır, eminim ki.

her evde bir ışınlanma makinesi düşünün, demek isterdim ama diyemiyorum. böyle bir teknoloji ilk tanıtıldığında eminim kapitalizm denen şeyin çokça işine gelecek ve kapitalizmin belki de bize ölümsüzlük öncesi sunabileceği en önemli para kaynağı bu olacak.  çünkü her insanın işine gelecek, ama gerçek anlamda işine gelecek. bunu da size farklı şekillerde açıklayacağım. eğer robotlar insanlar arasında karışmadan, bu teknoloji gelir ve ilerlerse, eminim ki işe gitmemize dahi gerek kalmayacak, bunu da açıklayacağım, hepsine sıra gelecek. 

benim hayal ettiğim ve bana göre en olağan ışınlanma durumu şöyle bir şey olabilir. sanal gerçeklik ile eş değer bir ışınlanma. evet, sanal gerçeklik ile. bunu 2 şekilde anlatacağım sizlere. yani hayalimde bunu 2 şekilde düşündüm, ikisi de benzer, fakat ayrılan noktalar var.

şimdi ilk olarak olağan ve muhtemelen ilk akla gelebilecek türden olanını açıklamak istiyorum. bir makine hayal edin, uzanmalı, oturmalı vs. bir şekilde o makineye giriyoruz, ardından bu makineye girince, bize sağlanan bir sanal gerçeklik gözlüğü ile, önümüzde bir harita belirliyor. bunu da google haritalar şeklinde düşünebilirsiniz, örneklendirmek açısından. bu haritada gitmek istediğiniz yeri belirliyorsunuz. örnek veriyorum. yurtdışına çıkmak istiyorsunuz. evet vize veya pasaporta gerek yok. şöyle ki, haritada gayet gitmek istediğiniz yeri belirliyorsunuz ve orayı zihninizde hayal ettiğinizde bir anda simülasyon olarak orada bulunuyorsunuz. yani tam olarak orada, gerçek zamanda. örnek vermek gerekirse, roma'da kolezyumun çevresinde yürüyorsunuz. ama simülasyon halinde bir şey yeyip içemiyorsunuz. ama gayet her yere gidiyorsunuz. hatta simülasyon olarak bulunduğunuz için herhangi bir otobüs-dolmuşa dahi ücretsiz biniyorsunuz. çünkü siz her ne kadar orada o an gerçek anlamda bulunsanız dahi, kimse sizi göremiyor. ama burada ayıran bir nokta var, bu teknloji elbette yaygınlaşırsa, yani böyle bir teknoloji, birçok kişinin simülasyonu olacaktır ve simülasyonlar ile gerçeklik birbirine girecek kadar çoğalacaktır. örnek veriyorum yine, simülasyonlar birbirini görebilecek fakat, gerçek olan şahıslarla simülasyonlar birbirini göremeyecek. TV'de bizi ZEKİ MÜREN'in görmediği gibi düşünebiliriz. peki şunu sorabilirsiniz, simülasyonlar arasında ne tarz bir gerçeklik olacak. şu şekilde aktarayım bunu da. örneğin yine italya ülkesi olsun. hatta yine kolezyum olsun, farklı bir örneğe gerek yok. görüşmek istediğiniz birisi var. ikinizin de ayrı ayrı makinelerden bağlanarak buluşması gerekecek. birbirinize gayet dokunabileceksiniz ve bunu gerçeğe çok yakın biçimde hissedebileceksiniz. tek yapamayacağınız şey, o an orada bulunan gerçek insanlarla iletişime geçememek olacaktır diye düşünüyorum. yani bu ilk örnekte, bir makine vasıtası ile bu tür şeyleri yapabileceğimize eminim. ve eminim ki bu hiç de zor değil. 

ikinci yöntemde yapacağımız şeyler pek değişmeyecek, aynı şeyleri düşünün. her şey aynı. ama makine değil de bir çeşit bilgisayar tarzı bir cihaz. evet gayet elimizde bulunan bir bilgisayar veya bir tablet ve yine tabii buna özel bir gözlük vasıtası ile bağlanacağız. evet evet, harita sistemi vs hepsi aynı olacak. tek farklı şey şu ki, bir makine değil de, bunu yalnızca satın alabileceğimiz uygulama vasıtası ile yapabileceğiz. fakat bu uygulamanın ben satın alınmakla ilgili olacağını çok düşünmüyorum, düşünsenize. yani bir yerden bir yere uçakla giderken bile(en azından ülkemizde fark ettiyseniz uçak bileti alırken bir o kadar da vergi ödüyoruz) çokça meblağlar ödüyoruz. ki bunda anlık olarak istediğimiz yere gidip, yemek yeme dahil birçok şeyi yapamayacağız. ama durun, bu konuda da planlarım var. dostlarım, kapitalizm her şeyi paraya dönüştürdüğü gibi bunu da dönüştürecek demiştim ya. elbette gideceğimiz yere göre meblağlar pahalı olacak.

şöyle örnek vereyim.

bunu bir uygulama olarak düşünürsek, ki kapitalist sistem için bunun bir uygulama olarak yer alması çok daha mükemmel olur. bunu muazzam paralara dönüştürebilirler çünkü. 

ilk olarak, önce bu uygulamayı satın alacaksınız diyelim, hatta gayet cüzi bir miktarda. örnek veriyorum 10 $. Evet sadece $10. Ama bu sadece uygulamanın fiyatı. bu uygulamadan sonra başlayacak her şey. bir ülkeye gitmek süreli olacak, örneğin Amerika Birleşik Devletlerine 1 haftalık ücret 500 $. örnek veriyorum sadece bakın. fazla da olabilir, az da olabilir, hatta sistem bundan çok çok daha farklı da olabilir. ama ben zihnimde bulunan olağan fikirleri söylüyorum.

bu fikirler sonra DIŞ MİHRAKLAR TARAFINDAN KAÇIRILMAYI GÖZE ALMIYORUM.

neyse, şakayı yeniden bir tarafa bırakalım.

Her ülkenin belli hafta süreleri olacak. Bir ülkeye sınırsız seyahat hakkını satın almak pek mümkün olmayacak  anlayacağınız. yalnızca bir haftalık, bir aylık veya bir yıllık tarzında bulunacaklar. tıpkı şuan birçok uygulamada bulunan sistemler gibi. Örneğin ABD için bir haftalık ışınlanma hakkını satın aldınız. bitti mi? sizce biter mi? elbette bitmez. kapitalizm sizin gittiğiniz ülkede, yine o ülke yemeklerine bizzat erişmeniz için ayrıca birçok önemli restoran ve kafelere de sanal gerçekliğe özel bölüm ayıracak. o kafelere yalnızca bu uygulama ile giriş yapılabilecek, özel alan anlayacağınız. hatta insanlar bu sistemi başta o kadar çok sevecek ki, aynı ülkede olanlar bile yakınlarında bulunan kafeye, sırf başka ülkeden birilerini bu şekilde tanıyabilmek için evlerindeki uygulamalarla gitmek isteyecek. yani bu ışınlanma uygulaması insanları eve hapsedecek. elbette o kafede bulunan sanal müşterilerin bulunduğu kısımda da yalnızca bir kahveyi içtiğimizi hissedeceğiz. ama  kadar gerçekçi olacak ki, gerçek ile sanal arasındaki bu hissi anlamamız gerçekten çok zor olacak. hatta eminim ki, beynimizin belli noktalarına etki ederse, sanal ışınlanma ile yediğimiz yemek ve içtiğimiz içecekler gerçek hayatta kilo almamıza neden olacak. ve elbette kapitalizm sanal gerçeklik ile kilo vermeyi da daha rahat hale getirecek. gerekli ücreti verirseniz neden olmasın?

burada birinci kısımı bitirmek istiyorum, ikinci kısmı yazar mıyım emin değilim, belki de yazamam ya da yazmama bir şekilde engel olunabilir(şaka yapıyorum yahu).

mutlu kalın.

26 Kasım 2019 Salı

KAMUSAL MİZAH neden OLAĞANÜSTÜ


çok güzel gülmüşler.


"uzun yıllar boyunca YouTube aracılığı ile takipte bulunduğum, ülkemizi komedi skeçleri ile muasır medeniyetler seviyesine yüceleştirecek bir dahi ekip."

(neden böyle dedim?

neden KAMUSAL MİZAH adı altındaki bu oluşum sürecinde bizleri birtakım eylemlerle güldürmeye çalışan muazzam şahıslara gülüyorum?


neden oluşum süreci dedim?


neden kendilerini güldürtüyorlar?


bunlar birtakım mükemmel sorular evet, bunlara sıra sıra cevap vermeliyim.)


1*neden büyük büyük yazıyorum? 

1*cevap: çünkü bu yazımı çok fazla uzatamayacağım. evet bu yazım uzun olmayacak. neden derseniz, evet ben bu şahıslara gerçekten gülüyorum, çok gülüyorum, fakat bunun nedenini tam olarak, uzun uzadıya yazamam, gülüyorum çünkü komik işte. yani toplumumuzda bulunan bir takım olayları bize dolaylı yollarla lanse ederek güldürmeyi başarıyorlar. küfür ettikleri kısımları da genelde bipliyorlar.*not* 

*not: küfüre karşı değilim, evet günlük hayatımda kullanmayı pek tercih etmiyorum. fakat bir önceki yazımda da belirttiğim üzere yerinde kullanılırsa gerçekten komik olabiliyor. ama abartıldığı takdirde anlamını yitirip o izlediğimiz skeç, film veya herhangi bir şey kötü bir hal alıyor. bu benim kendi görüşüm. bana göre böyle. ama ülkemizin bu konuda böyle olduğunu düşünmüyorum, ki böyle olsa eminim recep ivedik serisi altıncı filmi görmezdi. neyse.

örnek vermek gerekirse, şöyle söyleyeyim. bir programla özdeşleştireyim. olacak o kadar vardı, bilirsiniz. yani umarım biliyorsunuz veya duymuşsunuzdur. neyse onun daha komiği. evet bana göre daha komiği. hatta daha komiği sözcüğünü üst seviyeye geçirip şunu eklemek istiyorum. daha komik olmakla beraber daha kalitelisi. bunu da arttırabilirim elbette. daha komik olmakla beraber daha kalitelisini daha da kısa sürede sunabilen bir mizah anlayışına sahipler.

evet ülkemizde birçoğumuz bilimsel çalışmalarla ilgilenmiyoruz, dünyayı kurtarma konusuna değinmeyeceğim, kendimizi dahi kurtaramıyoruz. ki bazılarımızı kendisini kurtaramadan, dünyayı kurtarma derdine giriyor, ama onlar ayrı bir boyutta, onlara hiç değinmeyeceğim konu bambaşka yerlere girebilir. çoğumuz bilimsel çalışmalarla ilgilenmiyor fakat yine de her ne olursa olsun, zamanımızın çoğu lanet olsun ki sosyal medya ile harcansa da, gerçekten zamanı dikkatli kullanmak gerek. kamusal mizah bunu 2-3 dakikalık videolarla sağlıyor. çok değil 2-3. ama 2-3 dakikada olacak o kadar skecinde 10 dakikada verilen mesajı 2-3 dakikaya sığdırıp sizi gülme komasına sokabiliyorlar. en azından levent kırca'nın daimi tokat atma sahnesiyle güldürme durumu yok. yanlış anlaşılmasın, olacak o kadar programını aşırı seven hatta eski bölümlerini çokça arayan biriydim zamanında, halen izlerim halen çok severim. o zaman bu tür şeylere gayet güzelce gülünüyordu. tokat atma sahnelerine gülünüyordu, hatta şuan halen gülünüyor. ama bence artık bu tür sahneler dışında, gerçekten kaliteli bir espri anlayışına sahip insanları izlemek, desteklemek çok daha güzel ve doğru yapılabilecek bir eylem.

eylem evet.

kamusal mizah izlemek, bir takım komedyenlere, kendini komedyen adı altında lanse ederek, insanları güldürdüğünü düşünen kişilere karşı muazzam bir eylem. sırf bu eylemi yapabilmek için dahi izlenmesi gerekir. belki o zaman en azından bu şahısların değeri çok daha muazzam yerlerde olur.

lütfen KAMUSAL MİZAH izleyin. 


17 Kasım 2019 Pazar

CİNAYET SÜSÜ neden MÜKEMMEL OLDU



Ali ATAY isimli muazzam sanatçı şahsiyete ait üçüncü sinema filmi. en azından benim bildiğim kadarıyla açığa çıkan filmleri üç tane. limonata, ölümlü dünya ve en son olarak cinayet süsü.

bu filme dair, filmi eskişehir, espark avm'de gece seansında izlemiş biri olarak, salonun kahkaha istatistiğini söylesem dahi bu filmin bizlere ne kadar büyük ölçüde kalite sunduğunu anlamanız zor olmaz. filmi en arkadan daha geniş bir bakış açısı ile izlemeye gayret gösterdim. gece vaktinin bana sağladığı huzur, beraberinde bunu kendi karakterim ve sanata olan bak açımı da katarsak, filmi tek izleyişte gayet sevdiğimi belirtebilirim.

ben kesinlikle filmi izlemeden önce tat kaçıracak, filmin size vereceği o muazzam büyüsünü bozacak tarzda bir bilgi sunmayacağım. (evet, spoiler kullanmayı tercih etmiyorum) hatta bizzat filmin yapım şirketi taff pictures tarafından yayınlanan sahneleri dahi izlemenizi tavsiye etmem, çünkü bana kalırsa film bir bütünlüktür ve bu bütünlüğü bozacak bir sahneyi önceden izlemek, filmi izlediğiniz anda vereceğiniz reaksiyonu BÜYÜK ORANDA etkiler.

reaksiyon
* Tepki, aksülâmel. * Tepkime.

tepkime
* Tepkimek işi. * Birbirini etkileyen maddeler arasında ortaya çıkan olay, reaksiyon.

filmin türü "komedi/polisiye" şeklinde yer alıyor. ancak işin gerek komedi kısmı ülkemizin mevcut komedi filmlerine uzaktan yakından benzememekle beraber gerekse polisiye kısmı şimdiki polisiye olarak kendisini bize yansıtan ülkemizin muazzam derecede harika(?) olan filmleri ve dizilerine kıyasla alakasız derecede mükemmel. bu benim kendi yorumum, mükemmellik bir görecelik olduğundan, kişiden kişiye, izlenimden izlenime değişim elbette gösterecektir. ama ben yalnızca, ülkemiz açısından benzer türdeki filmlerle kıyaslıyorum ve bu kıyaslamada gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olduğuna inanıyorum. yani tür açısından bir yorum yapmak gerekirse, özetle gerek komedi gerek polisiye anlamında bize mükemmel bir film yansıtıyorlar. hatta şunu belirtmek isterim, film genel manada, polisiye türü kısmı ile sizi sanki yalnızca bir film değil de içine çeken sürükleyici bir polisiye romanın sayfalarına götürüyor. filmi izleyince bu dediğimi daha da net anlayacaksınızdır diye düşünüyorum.

kullanılan müzikleri de gayet beğendim. hani öyle çok harika, olağanüstü diyemem elbette. zaten bu film beni diğer birçok açıdan yeterince tatmin ettiğinden çok da farklı müzik aramadım. gayet sahnelerde, sahnenin akışına uygun müzikler seçildiğini gözlemledim.

oyunculuklardan söz etmek gerekirse, filmde şu karakter çok iyi oynadı dersem bence bu filmin diğer karakterlerine haksızlık etmiş olurum. gerek feyyaz yiğit, gerek cengiz bozkurt, gerek binnur kaya ki rolünü muazzam şekilde yerine getirmişti. keza uğur yücel de gayet mükemmeldi. ki bununla birlikte filmde bulunan yan karakterler dahi işini muazzam yapmıştı. yan karakterlerde ben genel olarak bu kadar doğallığa önem verildiğini görmedim birçok izlediğim filmde. ancak bu filmde yan karakterler bile gayet iyiydi bu açıdan.

bir diğer konuya geçmek istiyorum. filmde evet küfürlü sahneler var, bakın ben şahsen gerek kendi yaşantımda gerek de izlediğim filmlerde küfürlü sahnelerden pek memnun kalan biri değilim. çünkü genelde küfürü çoğu insan hem gerekli gereksiz kullanıyor. hem de özellikle komedi filmlerinde bu artık çok sıradan ve yapmacık biçimde kullanılır halde. ancak cinayet süsü filminde kullanılan küfürler dahi olayın akışına uygun şekilde seçilmiş. yani, evet şu sahnede devamlı küfürlü konuşmalar ekleyelim de seyirci kesin olarak gülsün değil de; şu sahnede olayın akışına yönelik şu küfürleri yerleştirirsek hem absürt kaçmaz hem de seyirciyi bu açıdan güldürmeyi başarabiliriz, şeklinde düşünülerek yapıldığına inanıyorum. ki ben gerçekten küfürden nefret eden biri olarak bunu söylüyorum, kullanılan küfürler bana çok da yapmacık ve gereksiz gelmedi. olayın akışında açıkçası bulunmasa gerekli olan küfürlerdi biraz da, çünkü bu artık gerçek anlamda hayatın içinde olan bir eylem.

son adıma geçmeden önce filmin hikayesini ve vermiş olduğu mesajı değerlendirmem gerekirse, benim açıkçası en etkilendiğim ve harika bulduğum kısımlardan biriydi. bana sorarsanız, gerçekten kaliteli bir hikaye de arıyorsanız, bu filmi özellikle tavsiye ederim, ki ben bu filme gülme kısmını da geçtim bakın, gerçekten çokça güldüm, ama gülme kısmı dışında yalnızca o filmde bize verilmiş olan mesaj için bile tekrar gitmek istiyorum. yani bir defa gittim, ki ben bir filme sinemada iki kere gitmeyi düşünen biri değilim genel anlamda. ancak bu filme gerçekten ikinci defa gitmek istiyorum. çünkü hikayesi bana göre çok iyiydi, geliştirilebilir mi derseniz, elbette bu hayatta mükemmel olan şeyi dahi geliştirebilirsiniz, o yüzden her iyi film ne kadar iyiyse de geliştirilmeye açıktır bana göre. bu film de her ne kadar benim gözümde çok kaliteli olsa da, elbette geliştirilebilirdi.

son adımda şöyle bir şey yapmak istiyorum. filmin fragmanını izlediniz mi bilemiyorum, muhtemelen izlemiş olduğunuzu varsayıyorum, fakat eğer izlemediyseniz ve gerçekten kaliteli bir film olduğuna inancınız tam ise, Ali ATAY'ın tarzını ve diğer iki filmini de beğendiyseniz (ki ben henüz limonata isimli filmini izlemedim) altta filmin yalnızca özet kısmını okuyarak filme gitmenizi tavsiye ederim. bunu söylememin tek sebebi yukarıda da belirttiğim gibi, filme dair tek bir sahne bile, filmi izlerken alacağımız reaksiyonu etkiliyor. bu sebeple, aşağıya filmin özetini bırakıyorum.


  • "Cinayet Süsü, gizemli bir seri katil vakasını çözmeye çalışan cinayet büro ekibinin maceralarını konu ediyor. Başkomiser Emin, komiser Salih, komiser Asuman ve komiser yardımcısı Alaattin'den oluşan Cinayet Büro ekibi ilginç bir vaka ile karşı karşıyadır. Birbiri ardına işlenen cinayetleri araştıran ekip, hiçbir delil ve ipucuna ulaşamaz. Cinayetlerin gittikçe artması, basının ve halkın olayla fazlasıyla igilenmesi, buna rağmen ekibin hiçbir ilerleme katedememesi Başkomiser Emin ve arkadaşları üzerinde büyük bir baskı oluşturur. Bu sırada Emniyet Genel Müdürü, davanın çözümünde yardımcı olması için “suç uzmanı” Dizdar Koşu'yu Emin'in ekibine atar. Üzerlerindeki baskıdan dolayı iyice ezilen Emin ve ekibi, karşılaştıkları en tuhaf seri cinayet zincirini çözebilmek için her yönteme başvurur. Bu kedi fare oyununda katili mi pes edecektir yoksa polisler mi?"

filmin özeti yukarıda bulunduğu gibi. ben filmi beğendim, çok da kaliteli buldum. Limonata filmini izlemedim, fakat Ali ATAY'ın diğer filmi olan Ölümlü Dünya ile kıyaslarsam, ki o filmi de çok iyi bulmuştum. Bu film ondan birkaç adım daha ileride diye düşünüyorum. elbette ikisi farklı alanlarda iyi, doğallık anlamında ben Ölümlü Dünya filmini şahsen çok daha iyi buluyorum. Ancak genel olarak iki filmi kıyaslayınca Cinayet Süsü filmini birkaç adım daha ileride buluyorum. Bu sebeple Ölümlü Dünya filmini beğendiyseniz, Cinayet Süsü filmini de izlemenizi tavsiye ederim.

son olarak belirttiğim üzere, eğer fragmanı izlemediyseniz, benden küçük tavsiye, fragmanı izlemeden yukarıdaki özetle yetinmenizi tavsiye ederim. filmden daha çok keyif alacağınızı düşünüyorum.

mutlulukla kalın.

1 Eylül 2019 Pazar

MUASIR MEDENİYETLER SEVİYESİ için BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK kullanımı neden gerekli?



"muasır:
* Aynıyüzyıl içinde olan.
* Çağdaş.

medeniyet:
* Uygarlık.

uygarlık:
* Uygar olma durumu, medeniyet, medenîlik.
* Bir ülkenin, bir toplumun, maddî ve manevî varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü,
medeniyet."


bu kısa yazım ile, hedefim, BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK kullanımının aslında bize ne kadar çok faydalar sağlayacağını sizinle paylaşmak.

günlük hayatımızda, insanlar artık yalnızca belirli birkaç kelime grubu ile iletişim halinde, hatta bununla da kalmayıp daha da kelimeleri kısaltıp, konuşma süresini aza indirgiyor ve artık eskisi gibi olan sözlü iletişim dediğimiz durum yok olup gidiyor. önceleri normal şartlarda çok çabuk anlamını bilebileceğimiz veya cümle içerisinde kullanabileceğimiz bir kelimeye bile yabancılıkla yaklaşıyoruz.

elbette zaman oldukça değerli, elbette bunu tasarruf içerisinde kullanmalıyız, tamam. fakat soruyorum, sözcükleri bu kadar aza indirgeyince veya bildiğimiz küçük kelime gruplarını dahi kısaltınca, o bize kalan zamanı gerçekten muazzam biçimde değerlendirebiliyor muyuz? 

hadi ama en son ne zaman belgesel izlediğini bile hatırlamıyor olabilirsin, benimki yaklaşık olarak bir hafta evveliydi mesela. dünyadaki farklı ev yapılarını gösteren bir belgesel izliyordum yaklaşık bir saat süren. ama bunu yaparken yine de zamanımın çoğu gitmedi elbette, dediğim gibi yaklaşık olarak bir saat. çok uzun bir süreç değil. bunun dışında insanlarla olan iletişimimi azaltmama gerek duymadım. çünkü buna gerek yok. kaliteli iletişim için ben her zaman, sözcükleri olduğu gibi kullanmanın ve mümkün olduğunca karşıdakinin anlayabileceği tarzda konuşmanın gerekli olduğundan yanayım.

 bunu başarabilmemizin en önemli yollarından ilki, BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK kullanımı, benim düşünceme göre. bundan hemen sonra da kitap okumak. ki zaten kitap okumanın önemini bir önceki yazımda uzun uzadıya belirttim, betimledim, imgeledim vs.

ben BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK kullanımını elimden gelen her süreçte ve her yapabildiğim fırsatta yapıyorum. bunun için belli bir programım yok zihnimde. ben kendimi belli bir programa dahil etmeye pek alışık biri değilim. şu gün şu saatte yazacağım, şu saatte kitap okuyacağım şeklinde kendimi adapte edemiyorum. 

fakat siz eğer ki bunu bir program halinde yapmak isterseniz elbette saygı duyarım. yeter ki bunu gerçekleştirin ve bir yerlerden başlayın. günde 5 sözcük 10 sözcük. hatta 5 sözcük ile başlayıp kat kat arttıradabilirsiniz dilediğiniz biçimlerde. 

mesela benim bilgisayarımda, zamanında Farabi'nin bilgileri ışığında hazırlanmış olan bir BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK mevcut. yakın süreç içerisinde bizzat daha güncel haline de araştırıp ulaşmayı planlıyorum. çünkü bir önceki yazımda da belirttiğim gibi ben sayfaları bizzat elimle açıp, o sayfalar arasında gerekirse kaybolmak isteyen biriyim. ve bunu sözlük için de yaparak, hayatımda daha önceden hiç görmediğim sözcükler arasında kendimi kaybetmeyi planlıyorum. bu benim için harikulade bir yolculuk. hayatta herkesin zevk algısı elbette farklı. ben de yeni öğrendiğim sözcüklerle çokça mutlu olan biriyim.

bu yukarıda belirttiğim pdf'ye de internette rahatlıkla birçok site aracılığı ile ulaşabiliyorsunuz. "Büyük Türkçe Sözlük pdf" şeklinde arattığınızda vs. fakat tavsiyem, yine de eğer çokça ilginiz varsa bunu bizzat almak, ben öyle yaparak çalışmayı daha sağlıklı ve kaliteli buluyorum. o sebeple kendim de pdf halini bırakıp, kitap haline geçiş yapacağım.

şimdi bu bize ne gibi katkı sağlayacak peki derseniz, emin olun toplumumuzda maalesef ki bunu çoğu insan pek yapmadığından belki de yapamadığından, belli bir saygınlığınız ve farkındalığınız oluşacaktır. her şeyden önce kendinizi kendinize kanıtlamış olacaksınız ve bana kalırsa bilgileriniz arttıkça kendinize saygınız da artacak. evet bu şekilde kesinlikle toplumda bir farklılığınız oluşacak fakat amacınız toplumda bir farklılık oluşturmak yerine kendinizi daha çok geliştirmek olmalı. eğer farklılık oluşturmak için farklı şeylerle ilgilenirseniz, bunu bir yere kadar yaparsınız. çünkü bir yere gelince, zaten kendinizi toplumdan yeterince farklı olarak göreceksiniz. ancak, şuranın altını çiziyorum, amacınız kendinizi geliştirmek olursa, siz ne kadar ilerlerseniz ilerleyin, daima gelişmek isteyeceksiniz, daima üzerinize eklemeler yaparak gideceksiniz. eğer hedefiniz hep kendinizi geliştirmek üzerine olursa, bulunduğumuz dünyadaki bilgi denizi hatta bilgi okyanusu o kadar geniş ki, bundan tattıkça tatmak isteyeceksiniz. toplumumuzda her on insandan biri dahi bu şekilde düşünse ve gerçekten düşündüğünü gerçekleştirebilse ne kadar mükemmel olurdu tahmin edebiliyorsunuz değil mi?

bakın bunlar sadece birkaç sözcük öğrenimi ile başlıyor, bu yalnızca sizi ileriye götürebilecek hoş adımlardan biri. eğer devamlı kendinize bu konuda telkinler verip,

"telkin:
* (bir duyguyu, bir düşünceyi) Aşılama.
* Ölü gömüldükten sonra mezar başında imamın söylediği dinî sözler.
* Bilinç dışıbir sürecin aracılığıyla, kişinin ruhî veya fizyolojik alanıyla ilgili bir düşüncenin gerçekleştirilmesi.

telkin etmek:
* aşılamak."

bunu başarırsanız, az önce bahsetmiş olduğum toplumdaki o on kişiden biri siz olursunuz. hatta bu biraz iyi bir yaklaşım on kişiden biri bunu zaten yapsa, ülke olarak hayal edemeyeceğimiz yerlerde olurduk, siz bunu yaparak belki 100 belki 1000 kişi içerisinde olacaksınız. hatta belki bunlar bile iyi yaklaşımlar.

30 Ağustos 2019 Cuma

son zamanlarda hangi KİTAPLARI neden aldım, neden KİTAP okuyorum?





kitap okumak size ferahlık getirir. evet, sonuna kadar buna inanıyorum. ne olursa olsun okuyun. size ferahlık getirir, yeni bilgiler katar, yeni hayatları görebilmemize olanak sağlar. eğer kitap okuma alışkanlığını henüz edinmediyseniz mutlaka bir-iki kitap ile buna başlamanız gerektiğine inanıyorum. bakın eğer şu bulunduğumuz yıllar içerisinde buna başlamazsanız ilerleyen teknoloji size bu imkanı hiç sağlamayacak.

evet doğru okudunuz. teknolojinin ilerlemesi aksine bizlere kitap almayı daha da kolaylaştırmış olsa da, insanlar kitaplardan daha da uzaklaşıyor. e-kitap denen bir furya ilerlemeye başlıyor, belki daha da ilerleyecek bilemiyorum. ama e-kitapları hiç kullanmadım hiç de kullanmayı düşünmüyorum. klasik olacak kesinlikle belki ama, gerçekten ben kitap kokusuna muazzam biçimde bağımlı biriyim. kitap kokusunu almalıyım, o sayfaları bizzat parmak uçlarımla çevirmeliyim. sayfalara küçük bir zarar gelmesin, yırtılmasınlar diye elimden geldiği kadar korumalıyım.

kitap okumak ayrıca hayal gücümüze gerçekten harikulade katkılar sağlar. ben uzun süredir Quentin Tarantino filmleri hariç bir film izlememekle beraber, televizyonda haber dahi izlemiyorum.çünkü artık ilgimi çekmiyorlar. neyse ki kendimi bu ilerleyen teknolojinin en azından bir kısmından uzak tutabildim. hayal gücümüze katkı sağlar, neden derseniz, örneğin kısaca düşünelim.

bir aşk romanı okuyoruz diyelim, ki aşkı gerçekten muazzam anlatan yazarlardan dinlemek gerek. böyle yapış yapış aşklar değil de gerçek aşkları anlatabilen yazarlar. orada televizyonda izlediğimiz gibi görseller karşımızda hazır değil. yani bunda görseli biz zihnimizde hazırlıyoruz. örneğin yazar iki yanyana olan aşığı anlatırken, bulundukları yere dair birkaç önemli detay veriyor ve siz hem o detayları zihninizde görselleştiriyorsunuz hem de eksik olan kısımları herkes kendi hayal gücüne göre tamamlamaya çalışıyoruz. bir puzzle gibi düşünebilirsiniz.farklı olan tarafı bunda eksik olan parçaları şahıslar kendi hayal gücüne göre oluşturuyor ve onları bir bir tamamlıyor. sizce de bu çok muazzam bir şey değil mi?

kitaplar bize bu dünyada yaşamamızı kaliteli biçimde sürdürebilmemiz için verilen en hoş hediyelerden biri olsa gerek. o yüzden bazen birinin doğum gününde, birine kitap almayı çok klasik ve banal

(banal:
* Herkesin kullandığı, herkesin anladığı.
* Bayağı, sıradan.)

bulanlara karşı bu sözüm. belki bir Tanrı veya başka bir güç bile bize bu dünyada kaliteli yaşayabilmemiz için kitapları hediye etmiş. bundan daha mükemmel bir hediye olabilir mi? hem de o kitabın hediye eden şahısta belli bir geçmişi varsa.

düşünsenize örneğin, yirmi-bir yaşındasınız(kendimden örnek veriyorum) yaklaşık on yıldır size ait bir kitap. eski olması bir yana, belli bir geçmişi var, çocukluğunuzdan bir anısı var. altını çizdiğiniz yerler veya altını çizmeye dahi kıyamadığınız(yine ben) sayfalar var. bu sayfaların bazısı yağmurda ıslanmış, bazısı yanınızda içtiğiniz bir çayın, kahvenin dökülen anısını saklıyor. hatta size önerim, böyle bir durum başınıza gelirse, o dökülen yere tam oraya bir not alın hemen. o günün tarihini, o anın saatini, dakikasını, saniyesine kadar oraya not alın. ama ne döktüğünüzü yazmayın. yıllar sonra belki bir gün açtığınızda onu anımsamaya çalışacaksınız. o anınızı. çok hoş bir şey değil mi gerçekten?

kitap insana hayal gücü kattığı kadar, gerçekten hoş anılar da biriktirmemizi sağlıyor. döktüğünüz şeyden dahi bir anı bırakmanıza imkan sağlıyor. şimdiki teknolojik aygıtlar öyle mi, biraz bir şey dökülse bozuldu mu diye tereddüt ediyor, mahvoluyoruz. elbette ben teknolojik aygıtlara düşman değilim, şuan sonuçta teknolojinin bir ilerleyişi sonucu bunu yazabiliyorum. veya telefonlar. ama konumuz bu değil işte.



belki bazı kitaplarda olabilir, son sayfasında kitaba dair notlar alabileceğiniz köşeler. mesela örneğin, okuduğunuz bir romanda çok etkilediğiniz bir cümleyi eğer o sayfaların altını çizmeye benim kadar kıyamıyorsanız, okuduğunuz kitabın son bir-iki boş sayfası da varsa, ki genelde benim denk geldiğim kitaplarda boş sayfalar gayet oluyor. bu sayfalara sıra sıra not alabilirsiniz. yine hatta tarih de atabilirsiniz. okuduğunuz tarihi atarsınız örneğin, etkilendiğiniz cümlenin bulunduğu yeri, bir sonraki kitabı elinize alışınızda bulabileceğiniz biçimde kendinize tarif edici örnekler bırakırsınız. örnek vermek gerekirse şu şekilde;

"26/05/2018 - Cumartesi:
68. sayfadaki ilk paragrafın son cümlesi."

kendinize bu tarz bir iz bırakırsınız ve yıllar sonra bu kitabınıza baktığınızda o etkilendiğiniz cümleyi veya kısmı yeniden okuyabilirsiniz. yaşamı güzelleştirmek gerek, böyle küçük şeyler hayatımızı daha güzel hale getirir. televizyonda izliyor olduğumuz şeyler önümüze konulan yemek gibi. evet genelde yemeği kendimiz seçebiliyoruz, hatta istediğimiz zaman yemeğimize ara verip istediğimiz zaman devam edebiliyoruz. ama kitap biraz daha yemeği kendisinin istediği gibi yapmak isteyenler için. kendinize has bir şeyler katabilmeniz için. kitap biraz daha sanatçılar için işte. içinde az da olsa sanatçı ruhunu barındıran insanlar için. kitaplar bu yüzden özeldir benim nezdimde.

(nezdinde

* Yanında.)

hayal gücümüzü geliştiriyor. kendimize bir sonraki yıllar için güzel anılar bırakabilmemize imkan sağlıyor. ve romandaki karakterler örneğin. birden fazla ve birbirinden farklı karakterin dünyasına misafir oluyoruz. onları yakından tanıyoruz. hatta şunu da görebiliyoruz. onlarda bir tutam kendimizden bir şeyler buluyoruz. mesela kitapta okuduğumuz bir karakter de hayat noktasında bizimle aynı yerde, birçok tercih arasında kalmış biri. tıpkı bizim gibi. sonrasında ne oluyor o bunların arasında bir seçim yapıyor, yani kısacası bize rehberlik yapıyor. bakın bu ne kadar hoş değil mi, okuduğumuz kitabın karakteri dahi bize rehberlik eden bir öğretmen gibi. 


televizyonda izlediğimiz karakterler genelde biraz daha gerçek yaşantıdan kopuk bana kalırsa. çünkü tvdeki karakterler genel olarak senaristler tarafından, en reyting getirilesi seçimi yapmak zorunda bırakılıyor. bakın ben burada senaristleri kesinlikle kötülemiyorum. aksine ülkemizde gerçekten en zor işlerden biri bu. ancak konunun dışında olmak istemiyorum. 

fakat kitaptaki karakterler bu konuda biraz daha şanslı, biraz daha özgür. çünkü kitaplar zaten diziler ve filmlere göre daha belli bir kesime hitap ediyor. o sebeple de böyle bir reyting kaygısı en azından diziler kadar çok olmuyor. daha çok gerçekçiliğe olanak sağlıyor kitaplar. 

kitaplar kısacası, özetle hayatımızı ve dünyamızı güzelleştiriyor. 

şimdi gelelim benim son zamanlarda almış olduğum kitaplara, henüz çok çok yeni olduğundan çoğuna başlayamadım zaten. fakat gerçekten araştırarak almış olduğum kitaplar. 

bunlardan biri EZGİ DURMUŞ 'un son kitabı olan İNTİHAR ORMANLARI. bu kitaba örneğin henüz tam bir başlangıç yapamadım. huzurlu bir an kovalıyorum. bir miktar da yağmurlu havaları bekliyorum. yanında kahve içilesi günleri arıyorum. fakat yine de tam başlayamasam da küçük bir başlangıç var elbette. ama küçücük... 

bunun dışında yakın zamanda dünya denilen gezegende bizlere muazzam eserler bırakan küçük iskender'den iki kitap. biri hasta hayat depoları olan, şahsen küçük iskender'e ait okuyacağım ilk kitap. bu eser ile küçük iskender'in ne kadar mükemmel yazmış olduğunu ve diğer şairlere oranla gerçekten net olarak görebildiğim bir özgünlük hali var. ikinci kitap ise, henüz başlamadığım, "kırık kadeh sineması iftiharla sunar". 

bunların dışında daha evvelden aldığım bir kitap, çok severek okuyor olduğum ALİ LİDAR'a ait olan, en son bastırmış olduğu "OLMAMIŞ KAHRAMAN EMEKLİSİ". şimdi bende şöyle bir durum var. kitapları ve dergileri gerçekten çok sevdiğimden. ne kadar uzun süre önce almış olsam da hep sonradan okuyabilmek için özellikle şiir kitaplarında yavaş yavaş okurum. hemen bitmesini istemiyorum. yaklaşık bir ay önce, yanlış hatırlamıyorsam ankara tren garı avm'den almıştım. oradaki nezih kitabevinden. genelde her seyahatimde, nezih kitabevinden bir veya iki kitap alırım. bir ritüel gibi oldu benim için. ritüel demişken ayrıca şunu belirtmek istiyorum, her ne kadar bu sözcüğü genel anlamda, hayatımızda sıklıkla, belli bir gelenek gibi yaptığımız şeyler için kullansak da, BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK ile kontrol ettiğimde şu anlamına ulaştım.

"rituel:

* Ayin.

birçok şey olarak düşünürdüm ama direk bu anlama geldiğini daha önceden hiç duymamıştım. BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK gerçekten sözcükleri net bir biçimde öğrenmemize çokça katkılar sağlıyor. özellikle yeni sözcükleri öğrenirken."

konudan sapmak istemiyorum dediğim gibi. ALİ LİDAR'ın en son bastırmış olduğu şiir kitabı. ve şiirlerin sanırım yüzde 80'ini okudum, gerçekten yirmi birinci yüzyıl şairleri arasında en sevdiğim kişi diyebilirim kendisi için. kendine has hoş bir tarzı var. bunu da her şiirinde net biçimde görebiliyoruz. aşkı da muazzam anlatıyor mesela şiirlerinde. kendisine bu güzel eserleri için buradan ayrıca teşekkür ediyorum. daha evvelden de, ALENGİRLİ ŞİİRLER isimli şiir kitabı ile tanımıştım kendisini, ne kadar hoş şiirler yazdığını ve hep yazacağını oradan fark etmiştim.

bu belirtmiş olduğum kitapları sanırım son bir ay içerisinde aldım hep, kütüphane gibi bir alışkanlığım çocukluğumdan bu yana hiç olmadığından, bir kitabı beğendiğim an direk satın alıyorum. ve yukarıdaki betimlemelerimden de anlamışsınızdır, kitapların benim için ayrı bir yeri var. ben onları okuyup öylece kütüphaneye teslim etmeye alışık değilim. o sebeple direk satın alıyorum. tabii size nasıl uygunsa o şekilde yapın bunu. okuyun her ne olursa olsun, hayatımız gerçek anlamda okudukça güzelleşiyor. şu büyük kalabalık şehirlerin gürültüsünden, iğrenç hava kirliliğinden sıyrılmamızı sağlıyor. sahi hava kirliliği bu kadar dünyayı sarmışken, nasıl oluyor da, okuyor olduğumuz kitaplarda bu hava kirliliğini fark etmiyoruz? 

tv dizilerinde biz her ne kadar istemesek de çevrenin kirlilği vs gözler önünde. ama bu güzel kitapları okurken bunu zihnimize bile pek getirmiyoruz. çünkü kitapları gerçekten hemen hemen hepimiz dünyanın kirliliğinden bir teneffüs olarak görüyoruz ve bunu yaşayabilmek için, negatiflikleri oldukça zihnimizin dışında bırakıyoruz.

daha birçok mükemmel kitaplar okuyacağımız ve daima yeni yazarları fark edebileceğimiz güzel günlere...


GRUP YORUM'u neden dinlememiz gerekiyor? // GRUP KIZILIRMAK neden bilinmeli?


sağ üst köşede, önceleri yalnızca bize kaliteyi sunan fakat uzun bir süredir maalesef kaliteli/kalitesiz bakmaksızın birçok şeyleri önümüze koyan bir kanalın amblemini görüyoruz.

 fotoğrafta eminim ki çoğunuzun tanıdığı, zamanında GRUP YORUM'da bulunan, ardından GRUP KIZILIRMAK solisti olan muazzam sese ve güzelliğe sahip İLKER AKKAYA.

kaliteyi daima desteklerim, zaten bu blog sayfamın amacı da kaliteyi gözler önüne serebilmek, bazı arka kalan, tüm topluluğa nüfuz edememiş önemli değerleri birkaç kez olsun hatırlamak. ben müzik dinleyince de şahsen kaliteli müzik dinlemeyi çabalayan biriyim. ülkemizde gerçekten mükemmel bir kaliteye sahip olan GRUP YORUM. Bu yazımın konusu. ben burada GRUP YORUM'un yaptığı sanatı hem paylaşamaya hem de övmeye geldim.




* mesela BÜYÜ şarkısı. gerçekten çok muazzam parçalardan, sözleri çok anlamlı. güzellik katıyor. bu grup ciddi anlamda şarkılarda sözden ziyade müziğe de fazlasıyla önem veriyor. bazı parçaları müziği için bile sırf dinleyebilirim. ya da bazılarını sırf sözleri için, çünkü, BAZI POP ŞARKILARINDA olduğu gibi, belli bir saçmalık sunmuyor.



*SEVDA TÜRKÜSÜ. ismi kadar hoş bir parça.



*bu zamanında vikipedi sayasında edindiğim bilgilere göre, 17. yüzyılda yaşamış olan sözleri GEVHERİ'ye ait bir ŞİİRDEN, şarkıya uyarlanmıştır. sözleri GEVHERİ'ye aittir. GEVHERİ. 17.yüzyıl. GEVHERİ. başka bir şey değil. 17.yüzyılda insanlar demek ki şiirlerde birbirini dağlara çağırabiliyormuş. buna 21. yüzyılda artık şaşırmamak, normal görmek, başka herhangi bir şey ile bağdaştırmamak gerek.

hatta şiiri de şurada paylaşmalıyım.

BAŞINA BİR HAL GELİRSE

Başına bir hal gelirse
Dağlara gel dağlara gel
Seni saklar vermez ele
Dağlara gel dağlara gel

Bu canım aşka düşeli
Aşk odu ile pişeli
Yeşil dağlar benefşeli
Dağlara gel dağlara gel

Rakibe miktarın bildir
Yanına civanlar uydur
Zamane dostundan yeğdir
Dağlara gel dağlara gel

Gevheri düşmüş dillere
Diyar-ı gurbet illere
Billahi vermem ellere
Dağlara gel dağlara gel"

*GEVHERİ*

GRUP KIZILIRMAK neden bilinmeli kısmına geçebilirim. herhalde en önemli nedenlerinden biri, bir defa solisti GRUP YORUMDAN çıkma. İLKER AKKAYA. ben henüz maalesef dün keşfettim. SPOTIFY sağ olsun. şarkılar rastgele ilerlerken denk geldim. böyle muazzam bir denk geliş. denk geldiğim parça da şu:


*ayrıca bilirsiniz ki bu parçayı GRUP YORUM da söylemiştir. çok da hoş söylemişlerdir onlar da, ama sanki ben GRUP KIZILIRMAK tarafından olan versiyonunu çok daha beğendim.

GRUP KIZILIRMAK konusunda da diğer parçalar için araştırmayı size bırakıyorum. keşfederek eminim ki güzel parçalara ulaşacaksınız. ben buldum. fakat yazıyı burada bitirmek istiyorum. ikinci soruma cevap vermekti yalnızca amacım. GRUP KIZILIRMAK neden bilinmeli, çünkü muazzam sanat yapıyorlar.

güzel şarkılarda buluşalım, şarkıların başka yerlere çekilmediği, güzel yerlerde...

28 Ağustos 2019 Çarşamba

neden EDEBİYAT DERGİLERİ okumalıyız peki?





* edebiyat dergileri bize gündemi sağlıyor. 

Gündemin gerek sosyal gerek de siyasi düşüncelerini görebilmek, farkedebilmek için, bize en büyük dayanaklardan biri edebiyat dergileridir. Bunu da bize mükemmel bir sanatla aktarır. Gerek içerisindeki öykülerde, gerek içerisindeki anılarda, gerek şiirlerinde. bir şekilde bunu bize aktarıyor. gündemi gazeteden, yancı TV haberlerinden veya internette son dakika haberlerinden fark etmektense, dergilerle görmeyi daha çok tercih ediyorum.

* kokuları harika.

benim için en büyük etkenlerden biri bu herhalde. gerçekten o koku beni etkiliyor. evet bir kitabı aldığım sırada, sayfalarını ilk açtığımda hemen kokusuna bakıyorum böyle insanlara farkettirmeksizin. hatta bende şöyle bir düşünce var ki, bir kitabın gerçekten kokusuna bakıyorsam, o kitabı gerçekten almak istiyorum demektir. kokusuna bakmadan özellikle kitabın her bir yanına bakarım. alt üst, bir yırtığı var mı diye.

kokusunu aldığım kitabı da genel olarak çok büyük bir aksilik olmaz ise satın alırım. çünkü kokusunu aldıktan sonra eğer o kitabı almazsam, ona ihanet etmiş gibi hissediyorum.

* yeni yetenekleri görebiliyoruz.

her yazı yazan insanın kitabı yok elbette. bu yazmayan insanların kalitesinin düşük veya yüksek olduğunu da göstermiyor tabii. aksine ben birçok kitabı olmayan şahısların yazılarına denk geliyorum dergilerde. ve denk geldikçe farkediyorum ki, bu harika edebiyat dergilerinde gerçekten mükemmel değerler saklı. dergileri eğer almasaydım, bu harika ve gerçekten beni bu dünyadan yadsıyan eserleri göremeyecektim.

bu yüzden de özellikle edebiyat dergiler okumanızı tavsiye ediyorum.

* beğendiğiniz yazarların farklı yazılarını da görebiliyorsunuz.

gerek beğendiğiniz yazarların gerekse de beğendiğiniz şairlerin güncel yazılarını da bu dergiler vasıtası ile okuyabiliyor, onların o yeni tatlarını alabiliyorsunuz.

* zaman zaman verilen güzel hediyeler.

bu güzel dergilerin içindeki hazine niteliğindeki eserler bir yana, bir de ek olarak mükemmel hediyeler veriliyor. bazı zamanlar bardak altlıkları, bazı zaman çıkartmalar. bazen posterler. hepsi de genel olarak gerek sinema dünyasından unutulmaz karakterler ya da unutulmaz yazarlara ait.


ÖNERDİĞİM DERGİLERE GELİRSEK:
-belli bir sıralama yapmak istemiyorum, çünkü genel olarak edebiyat dergilerimizin çoğu birbirinden hoş ve kaliteli. bunları a'dan z'ye sıralayacağım şuan fakat yalnızca bir artı özelliği olan dergiye ayırca değineceğim:
          kafkaokur, masa, kafa, ot. 
ot dergisini özellikle şu yönden beğeniyorum dergi haricinde, aynı zamanda bu dergi, ot cilt adı altında bir sayı dizi de çıkarıyor. ot cilt sayısı ile, kendi dergisine ait birkaç sayıyı bir arada topluyor. örneğin ben geçtiğimiz günler ot cilt 19. sayısını aldım. bunda da yanlış hatırlamıyorsam 3 veya 4  dergi sayısı bir aradaydı. fiyatı da gayet makul. yani normal şartlarda 3 dergiyi daha çok fazla fiyata alabilecekken, ot cilt sayısında birkaç dergiyi çok daha ucuz miktara almış oluyorsunuz. 

edebiyat dergileri ile, mutlu zamanlar geçirmeniz dileğim ile...

27 Ağustos 2019 Salı

NAZIM HİKMET'in bahsettiği GÜZEL GÜNLER geldi mi, gelecek mi, nerede kaldı?



"Güzel günler göreceğiz ÇOCUKLAR
Güneşli günler göreceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz..."

NAZIM HİKMET'in muhteşem kaliteli aromalar bırakan şiiri, "güzel günler göreceğiz"in malum kısmının yorumlamasını yapmak istiyorum. bunu niye yapmak istiyorum, çünkü malum kısmını genel olarak belli bir biçimde anlayanlar var. fakat ben buna biraz daha farklı bir bakış açısı getirerek yorumlamak istiyorum.

"güzel günler göreceğiz", benim burada yalnızca konuşmak istediğim kısım bu. güzel günler. ben bunu siyasi kavrama çevirmeden, şu şekilde bir başlangıç yapmak istiyorum.

"belki de siz, güzel günlerinizi yaşamışsınızdır."

bakın yaşınız her ne olursa olsun, hayatta yaşayacağımız en güzel günü kimse bilemez, bu geçmişte olan bir gün de olabilir, o kadar güzel bir günü hiç yaşamayacak da olabiliriz. yani NAZIM HİKMET'in güzel günlerden kastının yalnızca ilk kısma odaklanacak olursak, buradan genel bir anlam çıkartmamız pek mümkün olmaz.

hangi siyasi anlayışı benimsersek benimseyelim, benim felsefeme göre, hiçbir rejim;

(rejim:
* Yönetme, düzenleme biçimi, düzen.
* Perhiz, diyet.
* Bir devletin yönetim biçimi.(burada belirtmek istediğim tanımı)
* Akarsu debisinin yıl boyunca gösterdiği değişikliklerin tümü.)

tüm insanlığı mutlu edemez. güzel günleri hep beraber görmemizin bu yüzden pek mümkün olduğunu düşünmüyorum. ben biraz realist bakıyorum açıkçası. bakın dediğim gibi, burada şunu özellikle belirtmek istiyorum ki. hiçbir REJİM. ben siyasetin, devletin vs çağlar öncesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığından önceki anda yaşamak isteyenlerden biriyim. gerçek mutluluk, yani tam anlamıyla mutluluk kavramının ise siyaset öncesi çağlarda kaldığını düşünen biriyim. fakat şuan konumuz bu değil.

benim buraya kadar özellikle belirtmek istediğim şey, siyasetin bulunduğu herhangi bir rejimde tam anlamıyla güzel günleri tüm insanlığın görebilmesinin pek mümkün olmadığı. ben bunu sonuna kadar savunuyorum. buna da inanıyorum.

burada NAZIM HİKMET'in asıl anlatmak istediği güzel günler göreceğiz derken aslında şunu demek istiyor. "güzel günler DE göreceğiz." demek istediğim anlayabildiniz öyle değil mi? evet kötü günlerimiz geride kalacak ve zamanı geldiğinde güzel günler DE göreceğiz. fakat bunun da elbette bir sonu var. öyle veya böyle. ama elbette buna takılmamak gerek. önemli olan burada, güzel günleri görürken, o anın tadını çıkarmak. NAZIM HİKMET'in şiiri yazdığı sıralar aklında güneşli günleri görmek varmış. bu şiiri hapishane yıllarından önce mi sonra mı yazdığını bilemiyorum, hatta belki de hapiste de yazılmış olabilir. araştırmasını yapmadım. ama hapiste yazmış ise, bulunduğu durumun kurtuluşunu güneşli günlerle yansıtmış olabilir. yani bir ihtimal böyle düşünebiliriz en azından. herkesin güzel günleri farklıdır sonuçta. NAZIM HİKMET için de güzel günler kavramı bu.

şimdi ilk başlarda yazmış olduğum cümleye değinmek istiyorum. evet, belki de siz güzel günlerinizi yaşamışsınızdır. bakın hayatta bazen öyle güzel günler yaşarız ki, değil mumla, en iyi ışıklandırma sistemleri bile arasak, hatta güneş ışığı ile bile arasak bulamayız belki de. bu yüzden bundan kesinlikle emin olmalıyız ki. evet güzel günler göreceğiz. ben de buna inanıyorum. inanmak elbette güzel, inanmalıyız. ama bu sadece bir inanç, unutmayın.

şiirler daima realist bir bakış açısı ile yazılmak zorunda da değil. ki zaten öyle de olmalı. şiir bizi realist düşünmekten alıkoyabilmeli. hatta şöyle diyeyim. yer yer alıkoyabilmeli.

ne demiştim. bu bir inanç. dediğim gibi belki bir defa, güzel bir gün yaşayacaksınız. belki NAZIM HİKMET'in dediği gibi, güzel günler. hatta belki bu güzel günleriniz çokça olacak. ki umarım çokça olur. hepimiz daha güzel günler yaşarız. kimimiz yağmurlu havada güzel günleri yaşarız. kimimiz sevdiğimizin yanında bir damla göz yaşı dökerek güzel günleri yaşarız. herkesin güzel gün anlayışı farklıdır unutmayalım.

buraya kadar her şey güzel.

şimdi şiirdeki ilk dizeye tamamen bakalım. yukarıda ne demiştim. şiirler daima realist bir bakış açısı ile yazılmak zorunda değil. burada NAZIM HİKMET'in de böyle düşündüğünü hissediyorum.

"güzel günler göreceğiz ÇOCUKLAR."

kim bilir belki gerçekten bu kısmı çocuklara söylemiştir. belki onlara yalnızca umut vermek istemiştir kendisi. onları hayattaki gerçekliklerle yüzleştirmek istememiştir belki de. ne de iyi yapmış değil mi? bırakalım da gerçekten güzel günlere inansınlar. çünkü eğer gerçekten o güzel günlere inanırlarsa belki de onlar bu dünyayı daha güzel hale getirebilirler. ellerinden geleni yaparlar, o güzel günlere ulaşabilmek için. her zaman realist olmak çok da iyi bir şey değil. özellikle de çocuklara karşı. onlar hayal edebilmeli, umut edebilmeliler. güzel günleri görebilmenin umudu en çok da onlara lazım.

belki de NAZIM HİKMET bu şiiri yazdığında yaşı oldukça büyüktü ve orada son kısımda bulunan ÇOCUKLAR'dan kastı. gençlikti. gençliğe inandırmak istiyordu belki de. belki de motorları maviliklere sürmekten kastı başka şeylerdi. veya ışıklı maviler. kim bilebilir ki.

NAZIM HİKMET'in bu şiirinin ilk kıtası söz konusu ise, bana kalırsa tez bile yazılabilir. gerçekten buradan mükemmel anlamlar çıkarabileceğini düşünüyorum. burada alelade yazdım. sonuç olarak kendi blog sayfam ve dilediğim biçimde yazıyorum. bir rahatlığım var burada. kendime güzel göründüğünden gözümden kaçmadıkça hep küçük harfle başlarım ve değer verdiğim sözcükleri de büyük büyük yazarım. tıpkı NAZIM HİKMET yazarken de fark edildiği gibi.

gerek şiirlerine, gerek sevdalarına yazdığı mektuplarına, gerek kendisine, hem saygım hem de çokça sevgim var. o bize mükemmel şiirler bıraktı.

yarım bırakmak istiyorum bu yazıyı. belki günün birinde, gerçekten güzel günleri gördüğümüz zamanlar yeniden devam edilebilir bir yerlere. NAZIM HİKMET'e saygı ve sevgilerle.

başlığın cevabına realist olarak cevap vermem gerekirse, bu cevap yalnızca sizde saklı. sizin hayatınızda, güzel günleri görmüş de olabilirsiniz, hatta görmüş olmanıza rağmen daha çok görecek de olabilirsiniz. hiç görmeyip belki yarın görecek olabilirsiniz. ama yine de umut edin, unutmayın, NAZIM HİKMET'in dediği gibi:

güzel günler göreceğiz çocuklar...


26 Ağustos 2019 Pazartesi

SAW neden bu kadar ÖZGÜN olmayı tercih etti?


NEDEN?



özgün:
* Yalnız kendine özgü bir nitelik taşıyan, orjinal.
* Bir buluşsonucu olan, nitelikleri bakımından benzerlerinden ayrıve üstün olan. 
* Çeviri olmayan, asıl olan (metin).

neden özgün diyorum, çünkü gerçekten bu tanıma fazlasıyla uygun. bakın bir ürünün kaliteli olduğuna kesinlikle ben kendi düşüncelerimle karar vereme, bunun için belli bir bilgiye sahip olmamız gerekir ki, o da şuradaki yazımda mevcut.

ben kıyafet konusunda, toplumun belli standartlarında giyinmeyi kabul edemeyenlerden yalnızca biri olarak, uzun bir süre öncesinde bu konuda birçok arama yaptım. ilk başta ülkemiz içerisinde bulamadım, kendi tarzıma uygun ürünler yoktu. sonrasında aliexpress tarzı siteler vasıtası ile hemen hemen kendi tarzıma yakın ürünleri buldum diye düşündüm. ama yine de elbette içim rahat değildi, çünkü o tarz sitelerden önceden de alışveriş yapmış olduğumdan biliyorum ki, 3-4 hafta civarında bir sürede geliyor. (en azından bende genelde bu şekilde oldu, bulunduğunuz yere göre ve koşullara göre daha erken sürede gelme ihtimali de vardır elbette)

sonrasında durum böyle olunca o sitelerden almaktan vazgeçip yine kendi güzel ülkemde bir arayışa girdim. neyse uzun bir arayış sonrasında, neyse ki bu harikulade marka ile karşılaştım. sitesine girmemle, uzun süre o sitede bulunmam zaten bir oldu. kendi üretimleri, modelliği de genelde kendileri bizzat yapıyor hatta. neyse ben tabii bu ürünlerde şu sıralar belli bir indirim olduğunu da görünce, hiç zaman kaybetmedim ve açıkçası kendi tarzımı güzel ülkemde bu kadar uzun süre sonra görünce, dayanamayıp 4 farklı ürün sipariş ettim ve bir de yanında, şöyle bir kolye aldım.

net bir şekilde söyleyebilirim ki, gerek kargolama, gerek paketleme mükemmel. birçok siteden ürün alan biri olarak, ciddi anlamda bana göre en özenli olarak paketlemeyi yapanın da SAW markası olduğunu gördüm, buradan da özellikle çalışanlarına ve kurucularına bizzat teşekkür ediyorum.

web site adreslerini aşağıda zaten belirteceğim. ondan önce şunu belirtmeliyim ki, yazımın başında da belirtmiştim. kesinlikle bir ürünün kaliteli olduğuna net ve kusursuz biçimde kendim karar veremem. bunun sebebi de önceki yazılarımda mevcut. fakat özgün mü derseniz, gerek ülkemiz gerek dünya çapında kesinlikle kendine has bir özgünlüğe sahip olduğunu söyleyebilirim.

eğer siz de toplumda kendinizi, toplumun standartları olan kıyafetleri giyme konusunda zorluyorsanız ve kendinize uygun bir tarz arıyorsanız, kesinlikle SAW markasını tavsiye ederim. yazıyı çok uzun tutmak istemiyorum. aşağıda hemen ürünlere ait iki fotoğraf ve web site adresini paylaşacağım.

her ne olursa olsun daima güzel günler görün ve o günlerde daima üzerinize YAKIŞTIRACAĞINIZ kıyafetleri giyin. sağlıcakla. mutlulukla. güzellikle. aşkla.





daha fazlası için: www.saw.com.tr


25 Ağustos 2019 Pazar

bir zamanlar hollywood'da MÜKEMMEL OLMUŞ MU?



*QT: Quentin Tarantino
*TAT KAÇIRACAK, KEYİF BOZACAK: spoiler

"AŞAĞIDA OKUYACAĞINIZ DEĞERLENDİRME, TAT KAÇIRACAK KEYİF BOZACAK ŞEYLERİ BULUNDURMAMAK ÜZERE TARAFIMCA HAZIRLANMIŞTIR. ÇÜNKÜ BEN DE BİR QT SEVER OLARAK, FİLMİN MÜZİKLERİNİ BİLE ÖNCEDEN DİNLEMEDİM, YALNIZCA FİLMDE DUYABİLMEK İÇİN..."

bu film QT* tarafından, genel olarak ayak fetişistlerine özel olarak yapılmış bir film gibi. kadınlar için erkek ayağı, erkekler için de kadın ayağını bolca görebilirsiniz. ayak fetişiniz var ise ve QT filmlerine karşı özel bir ilginiz varsa, bu filme özellikle gitmeniz gerektiğini düşünüyorum. elbette yalnızca ayak fetişistleri düşünülmemiş demek isterdim ama, ayak fetişistlerinin çokça düşünüldüğünü belirtmeden geçemeyeceğim.

bunun dışında, 69'lar Hollywood'unu bilen veya bu hususta herhangi bir bilgiye sahip değilim. Yalnızca atmosfer açısından gerçekten Amerikan rüyasını hoş bir biçimde yansıtmış olduğu kanısına vardım ben filmi izlerken. zaten ben bu filmi genel olarak sanatsal açıdan değerlendirmek istiyorum özellikle. çünkü genel QT filmlerinde alışık olduğumuz kanlı sahneleri çokça görebileceğimizi söyleyemem. elbette ki var, ama örneğin bir kıyaslama yapacak olursam kill bill filminde/serisinde olduğu kadar kesinlikle değil. ya da the hateful eight.

oyunculuklara kısa kısa değinmek istiyorum. al pacino bu filmde konuk oyuncu tarzında böyle, çok görünen bir karakter değil. yani oyunculuk açısından çok değerlendirmek istemiyorum. örneğin hani, şu sahnedeki repliği mükemmeldi, şu sözü söylediği an yaptığı hareketler, bakışları muazzamdı tarzında bir şey belirtemem. çünkü o tarz bir diyalog içerisinde kendisini pek göremedim. ya da belki de benim sanat anlayışıma göre göremedim. diyaloglar açısından değerlendirmek gerekirse, kesinlikle en beğendiğim karakter leonardo di caprio oldu. gerek diyalog, gerek diyaloglarda yaptığı hareketleri, elini, kolunu, yüzünü kullanışı bana muazzam geldi, filmin en çekici yanlarından biri de bu oldu benim için. çok ileri bir yaşta değil elbette 44 yaşında. ama çok genç de sayılmazdı. yaşına göre vücudunu çok zorlayabilecek sahnelere girdiğini söyleyemem. ama kalitesini kesinlikle bu filmde yansıtmış olduğunu net biçimde söyleyebilirim. brad pitt filmde de leonardo di caprio'nun dublörünü oynadığından dolayı özellikle dövüş sahnelerinde daha çok etkindi ve diyaloglarda leonardo di caprio ne kadar mükemmel geldiyse, dövüş sahnelerinde de brad pitt tam o şekilde mükemmeldi. dövüş sahnelerinden kastım, dövüş sahnesi evet, izleyenler bilecektir. çok fazla yok. ama olan sahnelerde kesinlikle iyiydi. yapmacık bir hava yoktu, en azından ben göremedim. margaret qualley ismini daha önce sinemada çok duyan bir değildim. sinema ile de genel olarak ilgilenen biri değilim açıkçası, zaman zaman, özellikle QT filmleri olduğu zaman mutlaka izlerim. fakat onun dışında dediğim gibi ilgili değilim. muhtemelen de bu ismi duymama sebebim bu eksikliğimden olabilir. evet margaret qualley kesinlikle çok iyi oynadı. TAT KAÇIRACAK, KEYİF BOZACAK* bilgi sunmak istemiyorum kesinlikle. fakat zaten bu fragmanda da açıktı. margaret qualley ile brad pitt'in bulunduğu bir araba sahnesi vardı. küçük bir kesit. işte o sahnede özellikle muazzam oynadı. margot robbie filmde sharon tate karakterini canlandırsa da, açıkçası ben onu da oyunculuk açısından muazzam biçimde yer aldığını söyleyemem. çünkü genel olarak o da filmde kendisini genel anlamda zorlayacak sahnelerde bulunmadı ve diyalog açısından da yine çok da muazzam bir oyunculuk sergileyemedi çünkü bu tarz bir imkanı da olmadı. QT, filmde kendisini çok ön planda göstermemiş diyebilirim. bu da beni üzen bir kısım oldu açıkçası. yalnız yine fragmanda çok küçük de olsa görünen bir sinema salonunda bulunduğu sahne vardı, orada özellikle ayaklarına odaklanılması muazzam olmuştu diyebilirim. tabii QT farkı, bir yerlerde ortaya çıkmalı.



kamera kullanımında, özellikle araba sahnelerindeki kamera kullanımlarını çok beğendim. gerçekten bana kalırsa arabanın içinde yolculuk yapanlardan biriymişçesine bir hava içerisine aldı beni. sizlerde de bunun olabileceğin düşünüyorum. özellikle de bu sahnede genel olarak müzikler yer alıyor. istisna olan bazı sahneler hariç genel olarak araba sahnelerinde müzikler mevcut.

müzikler demişken de filmde gerçekten çokça müzik kullanılmış. müzik kulağımın çok mükemmel olduğunu söyleyemem ama, müzikler o dönemi yansıtması açısından bence güzel seçilmiş. mükemmel müzikler kesinlikle değildi bana göre, ama dönem açısından düşündüğümde gayet iyiler. fakat bunca müzik kullanmak yerine daha çok diyaloglara yer verilse bence çok daha iyi olabilirdi. diyaloglarda genel olarak leonardo di caprio'ya yoğunlaşılmış ve filmi bana göre leonardo di caprio sırtlamış gibi geldi ve beraberinde brad pitt, o da malum dövüş sahnelerinde. QT farkını görebileceğimiz o diyaloglar, kanlı sahneler maalesef bu filmde çokça yok. belli sahneler dışında. QT izleyenler kesinlikle bilirler ki, özellikle reservoir dogs ve the hateful eight filmindeki diyaloglar muazzamvariydi.

bu filmde QT farkını en net görebileceğimiz yer kamera açıları ve ayaklar. ayaklar QT için bir vazgeçilmez. bu filmde de bunu kesinlikle ortaya koymuş hemen hemen birçok sahnede mevcut. zaten özellikle ayak fetişistlerinin gitmesi gerektiğini söylemem de bu yüzden. onlar için bir şölen olacaktır.

puanlama kesinlikle yapmak istemiyorum. ben yalnızca filme dair yorumlarımı, izlenimlerimi, elimden geldiği kadar en TAT KAÇIRACAK, KEYİF BOZACAK şeyler olmadan anlatmak istedim. ki bunu yaptığımı da kesinlikle düşünmüyorum. QT severlerin gitmesi gerektiğini düşünüyorum bu filme. Önceki 8 filmi izlemiş biri olarak söylemem gerek ki, (Kill Bill filmi vol1-vol2 olsa da bir film olarak değerlendiriliyor) sanki QT havası gerçek anlamda çok yok gibi. Ben o önceki filmlerdeki havayı burada alamadım. tabii yukarıdaki belirtmelerim dışında. Ama gittiğim için elbette pişman değilim. çünkü dediğim gibi ben burada TAT KAÇIRACAK, KEYİF BOZACAK şeyleri anlatmadım, onlar içerisinde elbette beni tatmin eden sahneler oldu. siz de gidince eminim çokça seveceğiniz sahneler ve diyaloglar olacaktır.  fakat sizden tek dileğim beklentinizi o 8 filmin getirisinin üzerine katlayarak koymamanız. biraz düşürün hafif de olsa. o şekilde gittiğiniz takdirde beklentiniz karşılayacağını düşünüyorum.

güzel günler dilerim.