son 30 günde en çok ne okundu?

21 Kasım 2023 Salı

gerçek anlamda kaç yaşında olduğumuzu açıklıyorum



bu yazım sonrası muhtemelen birçok insanın doğum günleri değişecek, eğer burada bahsedeceğim mantığa göre hareket edecek olursanız en azından, ki bence buradaki mantığa göre hareket edilmeli diye düşünüyorum. baştan da belirteyim bu arada, bu yazım çok da uzun olmayacak.

ben doğum sürecinin, dünyadaki ilk gözümüzü açtığımız andan itibaren değil de, anne karnında ilk oluştuğumuz andan itibaren başlaması gerektiğini düşünüyorum. zira anne karnında 8 ay - 9 ay yahut daha az yahut daha fazla bilemiyorum bir gelişim sürecimiz var öyle değil mi, yani netice olarak bir bebeğin bebek olabilmesi için bile bir süreç meydana geliyor. 8 ay ya da 9 ay gibi süreler hiç de az bir süre değil neticede. ben tam olarak doğum sürecinin bu sürecin ilk başlangıç anında meydana geldiğini düşünüyorum. yani rahme düştüğümüz an aslında bizim ilk oluşumumuzun başladığı an bu nedenle ilk doğum anımız bu, yani hepimiz şuan bulunduğumuz yaşa muhtemele bir 9 ay ekleyeceğiz, örneğin şuan bu yazıyı okuduğunuz an 24 yıl 3 ayı bitirdiyseniz, hazır olun, bugün sizin doğum gününüz, evet bugün 25 oldunuz. ki aslında 25 de değil, buna da açıklık getireceğim ve bir yaş daha büyüyeceksiniz.

bu hangi ülkelerde kabul edilen bir duru bilmiyorum ancak bana kalırsa geride bıraktığımız yaş değil de içinde bulunduğumuz yaşı söylememiz gerek. bunu hemen örneklendireceğim, örneğin 27 yılı geride bırakıp 28. yaşını yaşamakta olan biri ben 27 yaşındayım diyor. bu bana göre oldukça büyük bir mantık hatası, zira sen zaten 27 yılı geride bıraktın, 27 falan yok artık o bitti. sen şuan 28. yaşındasın, artık 28 demen gerekiyor. bu kadar basit bir mantığı var aslında bunun.

ve şöyle ki, yukarıda belirttiğim örnekten devam edeceğim şimdi, 24 yıl 3 ayı bitirdiyseniz dedim ya, şimdi normal şartlarda 24 yıl 3 ayı bitiren bir birey, ben 24 yaşındayım der. ama sana bir haberim var, sen şuan 25. yaşındasın ve anne karnındaki doğum sürecini hesaba katarsak, sen artık 26. yaşına girdin bile. bir anda ne kadar da hızlı büyüdün öyle değil mi?

bu düşünceye göre de ben her ne kadar toplum normlarına göre 26 yaşımda olsam da aslında 28'e girmek üzereyim. zaman ne kadar da hızlı akıyor. bir deneme yazma hızında hem de.

anlatmak istediğim tam olarak bundan ibaretti, artık gerçek yaşınızın farkındasınız, yeni yaşına girenlere mutlu yıllar dilerim. 


ülkemizdeki düğünlerin asıl amacına dairdir

 



merhaba değerli okuyan, yazımın başlığından konu içeriği net bir şekilde anlaşılıyordur, bu defa da değinmek istediğim konu, ülkemizdeki düğünler ve düğünlerin amacı.

sözlük.gov.tr ile baktığımızda karşımıza şöyle iki anlam çıkıyor.

1. isim Evlenme veya sünnet dolayısıyla yapılan tören, eğlence; toy (II), cemiyet:
      "Babam düğünün savaştan sonraya kalmasını uygun görmüş." - Aka Gündüz

2. isim, mecaz Bir olayı kutlamak için yapılan büyük eğlence veya tören.

ben burada özellikle ikinci anlamına değinmek istiyorum, "bir olayı kutlamak için yapılan büyük eğlence veya tören" anlamına.

biz buradaki "büyük eğlence" kısmını çok mu abartıyoruz acaba? ya da "büyük eğlence" kısmını yanlış mı anlamlandırıyoruz. 

toplum olarak ne yazık ki gerek düğünlerimizde gerek ise sosyal yaşantımızda gösteriş kültürü yahut gösteriş tüketimine çokça önem veriyoruz. artık hangisi doğru ise. bazılarımız kendisini kandırıyor, bazılarımız gerçek zenginliğini gösteriyor. kendisini kandıranlar bunu nasıl yapıyor, çokça krediler çekiyor, borçlanıyor ve bu borçlar neticesinde ortaya bir düğün meydana getiriyor, her şeyin harika ve her şeyin mükemmel olduğu bir düğün. sonrasında ise aylar boyu belki yıllar boyu o bir yahut birkaç gecelik eğlenceye dair borçları ödemeye dair çaba gösteriyorlar. bazıları bunun altından kalkamayıp sonucu intiharda buluyor, ki intihar konusuna da değinmek istiyorum fakat şuan değil.

sizce gerçekten bir ya da birkaç gecelik bir eğlence için böyle bir gösteriş satışına gerek var mı? evet, gösteriş satışı. acaba gösterişten ya da üzerimizdeki pahalı kıyafetlerden başka satabilecek bir şeye sahip mi değiliz, bize dair tek değerli şey üzerimizdeki pahalı kıyafetler mi?

ya da acaba gösteriş sattığımızda toplumdaki saygınlığımızın arttığı düşüncesinde miyiz? "öyle bir gösterişli düğün yapmalıyım ki, insanlar bir süre benden söz etmeliler." yani? velev ki ettiler, bunun senin insanlığına dair ne gibi bir katkısı var. 

neden insanlığımızın değerini arttırmak yerine üzerimizdeki kıyafetlerin değerini arttırmak için çabalıyoruz?

burada belirttiğim durum yanlış anlaşılmasın, elbette üzerimizdeki kıyafetlere de değer vermeli, bakımlı olmalı, kendimizi sevebilmeliyiz. ancak bunu gösteriş amacıyla yapmamamız gerek. 

benim düşüncemi soracak olursanız düğünü tamamen gereksiz buluyor ve düğüne verilebilecek bir para ile dünyaya dair daha faydalı ya da kendimize dair daha güzel şeylerde kullanabileceğimizi düşünüyorum. şimdi size bir haber sitesinde yer alan kısacık bir kısmı göstereceğim, şöyle ki;

2023 evlilik maliyeti; 

En düşük yaklaşık olarak 185 bin TL, ortalama olarak yaklaşık 275 bin TL'yi buluyor. 


sizce de korkunç bir miktar değil mi? en düşüğü dahi oldukça korkunç, ki emin değilim belki de en düşüğü şuan burada belirtilenden daha fazladır çünkü okuduğum haber bu yılın haziran ayına dair bir haberdi. aradan yaklaşık 6 aylık bir süre geçti neticede. 185 bin TL ile kendinize dair neler yapabilirsiniz söyleyeyim, örneğin seyahat etmeyi çokça seviyorsanız siz ve eşiniz birlikte birden fazla ülkeyi seyahat edebilirsiniz, en düşük olan maliyet 185 bin TL ile. ki eğer seyahat edeceğiniz ülke sayısını azaltırsanız, 185 bin TL'nin bir kısmı ile evinize gayet güzel mobilyalar ve beyaz eşyalar da alabilmeniz mümkün.

yani özetlemek gerekirse 185 bin TL çok daha mantıklı yer ve yerlerde kullanılabilir ama eminim ki toplumumuza dair yerleşik zihniyet değişmedikçe, insanlığa dair hiçbir anlamı olmayan gösteriş kültürü ve gösteriş satışı da varlığını sürdürmeye devam ettirecektir.

üzerimizdeki kıyafetlerin pahalı etiketleri ile değil de insanlığımızın değerini gösterebilmeyi amaç haline getirdiğimizde her şeyin çok daha güzel olacağına inanıyorum.

çok daha güzel günler görebilmek dileğiyle.

20 Kasım 2023 Pazartesi

alzheimer olsak da unutulmaması gerekenler listesi

 

bu arada şahsiyet ikinci fasıla başladı, duyanlar duymayanlara.


hiç ileride alzheimer olacakmışçasına kendinize unutmamanız gerekenlere dair liste yaptınız mı? isminiz, sevdiğiniz insan, sevdiğiniz insanlar gibi arttırılabilir, hiç düşündünüz mü buna dair.

ne bileyim çok güzel bir an yaşadınız diyelim, o anı hiç kaydetmeyi düşündünüz mü, kaydetmekten kastım örneğin sesli bir günlük gibi. telefonunuza öylece bir ses kaydı, gün sonu değerlendirmesi gibi. bu da aslına bakılacak olursa bambaşka bir hoş eylem, belki buna dair apayrı bir yazı da yazılabilir.

bence bazen insan düşünmeli buna dair, "alzheimer olsam dahi şunu hatırlamam ve beraberinde onu unutmamam gerekir" diyerek. bu listeyi aslında sadece alzheimer için değil, genel olarak mesela belli bir yaş aldıktan sonra geriye baktığınızda, geriyi düşündüğünüzde, şu gün yaşadığım olayı unutamıyorum dediğimiz şeylere dair bir liste olarak da düşünebiliriz.

yaşadıklarımızın bize kattığı mutluluktan aldığımız hazlara dair bir liste. 

benim açıkçası henüz yok öyle bir listem, sesli günlük olayını zaman zaman denedim. keyifli de geldi, fakat buna dair bir liste yapmadım. düşününce gerçekten de böyle bir listemiz olması keyifli olabilir, fotoğraf albümü mantığı ile de düşünebilirsiniz, bir defter ve o defterde isterseniz tarih sırasına göre isterseniz de yaşadığınız olayın, mutluluğun sizi etkileme sırasına göre bir liste. bunu günlük gibi düşünmeyin ama çünkü günlük dediğimiz mümkün oldukça günü gününe tutulan, hayatımıza dair bir özgeçmiş gibi düşünebiliriz. ama bu bahsettiğim liste yahut listeyi yapacağınız defter ise hayatınızdaki sayılı ve alzheimer olsanız dahi hatırlamak istediğiniz şeyleri içerecek.

hadi bunu biraz örneklendirelim, listenin hatrı sayılır yerlerinden birine.

"alzheimer olsam dahi, ... ... isimli kadını sevdiğimi, sevmekten mutluluk duyduğumu ve mümkün oldukça seveceğimi unutmayacağım." gibi bir liste içeriği mesela.

"ben bir şairim, dolu dolu şiirlerim var ve şiir yazmaktan haz alıyorum, bu adeta bana serotonin sağlıyor. şiir yazmayı unutmayacağım." gibi bir içerik.

sevdiğimiz insana, sevdiğiniz eylemlerimize, sevdiğimiz herhangi bir güne dair liste içerikleri oluşturmak bizim elimizde. ve tabii bu listeyi de mümkün oldukça unutmayacağımız bir yerde de barındırmamız gerekiyor.

alzheimer gerçekten dünya üzerindeki en önemli hastalıklardan biri diye düşünüyorum, zira bir an oluyor ve geçmişte ne kadar yaşıyorsan hastalığın boyutuna göre büyük bir kısmı yok olup gidebiliyor. acısı yahut tatlısıyla bir hayat yaşıyorsun fakat bütün hepsi bir anda kayboluyor.

bu sebeple bu denememi şu cümleyi yazarak bitirmek istiyorum.

anı en güzel yaşayanlar alzheimer hastalarıdır, zira onların andan başka hiçbir şeyleri yoktur.



14 Kasım 2023 Salı

yaşamak eyleminin çalışmak olmasının hüznüne dairdir



merhaba değerli okuyan. acaba hiç hayatta bir yıl içerisinde ne kadar çalıştığını düşündün mü, buna dair bir hesap yaptın mı? ortalama olarak bir hesap sadece. bana soracak olursan eğer henüz yapmadım fakat sadece yapmaya karar verdim, bir bakalım seninle istersen, bir yılımızın, daha doğrusu bir yaşımızın ne kadarlık kısmı çalışmak ve çalışmaya dair geçiyor.

başlangıçta bunu gün olarak ele alalım. bir günde mesela 8-5 saatleri arasında çalıştığınızı düşünün. işe yetişmek için diyelim ki 7'de kalkmanız yeterli oluyor. ekstra 1 saat iş yönünden gitti, şimdiden iş, hayatımızın 9 saatini götürdü. işten eve gitme süreci onun da 1 saat olduğunu varsayalım. oldu 10 saat. bu daha da büyük şehirlerde yaşamakta olan insanlar için belki de 12 saate kadar da çıkıyor olabilir, ki zaten mümkün oldukça düşük olan 8 saatlik çalışma sistemine göre ele aldım ve buna göre minimum işe dair günümüzün 10 saatinin gittiğini fark ettik. şimdi basit bir hesap yapalım. yılda 52 hafta var, ilk olarak güne ayıralım ardından yıllık izin sayımızı da çıkaracağım.

52*5'ten yani bu da tabii sadece hafta içi çalışanlar için olacak bir hesap. 260 gün yapar, hadi bu 260 günden 20 günü de çıkaralım yıllık izin 240 gün, bir yılımızın 3'te ikisi gitti çalışmak ile. saat hesabı da yapacağım elbette. 

biz insanlara bir yılda verilen saat süresi 365*24'ten 8760 saat yapar. bu 1 yılda yaşamamıza dair bir süre. bir yılda çalışacağımız gün sayısı da 240'tı. 240*24  de 5760 yapar.

eğer günde 8 saat çalışıyorsak, zorunlu olarak mesailere kalmıyorsak, bazı bazı hafta sonları işe gitme zorunluluğumuz olmuyorsa ve 20 günlük yıllık iznin hepsinin kullanmamıza izin verirler ise hayatımızda bize, kendimize 1 yılda kalan saat sayısı 3000.  işimize bıraktığımız süre ise 5760 saat. şimdi diyecek olabilirsiniz yıl içinde zaman zaman resmi tatiller de oluyor, bayramlar vs. evet oluyor, fakat buradaki amacım yalnızca ortalama bir hesap, ama genel olarak kesine yakın bir sonuç.

günümüzün hemen hemen yarısı, yılımızın üçte ikisi çalışmaya dair geçiyor. durum böyleyken, sizce bu yaşadığımız şeye yaşamak mı demek doğru yoksa çalışmak mı? ya da yaşamak başlı başına bir çalışmak mı acaba.

yani acaba yaşamanın insan üzerindeki asıl gayesi çalışmak mı? biz insanlığın varoluş amacı bir şeyler öğrenmek, kendimizi geliştirmek, kendimizi eğiterek yaşlandırmak değil de, kendimizi çalıştırarak yaşlandırmaktan mı ibaret?

buradaki bahsettiğim yaşlandırmak sözcüğüne de değinmek istiyorum. ilk olarak bahsettiğim, "kendimizi eğiterek yaşlandırma" cümlesindeki yaşlandırma sözcüğünden maksadım, yaş alarak gelişmek anlamındaydı. "kendimizi çalıştırarak yaşlandırmak" cümlesindeki yaşlandırma sözcüğün kastım ise genel olarak "yaşlı" insanlara verilen yaşlandırma anlamında. yani birinde kendimizi geliştirip yaş alırken aslında yaşama dair farkındalık hissine kavuşurken, diğerinde ise çalışılan işe göre yer yer zihin yer yer bedenimiz yaşlanmış hale geliyor.

peki aksi kesin olarak açıklanmadığı sürece, ki buna da değinmek istiyorum mutlaka denemelerimden birinde, reenkarnasyon gibi bir olgunun kesinliği kabul edilmedikçe hepimiz, tüm insanlık, tek bir hayat yaşayacak ise bu hayatta hepimiz nasıl oluyor da çoğunlukla "kendimizi çalıştırarak yaşlandırma" yolunu öylece kabul edebiliyoruz?

düşününce gerçekten oldukça kötü geliyor değil mi, bir yandan öğrenilmesi, görülmesi gereken olgular varken, çeşitli duyu organlarımız ile tatmamız gereken birbirinden farklı hazlar var iken, bizler hayatımızı çalıştırarak yaşlandırmaya çoğunlukla mecbur bırakılan bir hayatı yaşıyoruz. sebebi çoğunlukla mecburiyet, bazen de seçimlerimiz oluyor. bazen önümüzde farklı fırsatlar var iken erken yaşta iş hayatına atılıyor ve fırsatları es geçiyoruz. evet erken iş hayatına atılmanın da avantajları olabilir ancak bana göre bu, kendimizi çalıştırarak yaşlandırıyor olacağımız gerçeğini değiştirmiyor.

hayatın anlamının ve hayatın bir insan üzerindeki gayesinin her ne kadar çalışmaktan ibaret görmesem de, hayattaki koşullar bazen bizi buna sürüklüyor. asıl amaç bana kalırsa dünyayı, yaşamı, her şeyden ziyade de kendimizi keşfedebilmek, kendimizin farkına varabilmek olmalıyken, bazılarımız değil yaşadığı dünyayı, kendini dahi gerçek manada tanıyamadan yer yer tanımlayamadan hayatını bu çalışmak ızdırabına bırakıyor. evet çalışmak ızdırabı.

bizlere daya iyi bir hayat sağlaması amacıyla mecburi olarak saatimizi verdiğimiz, ki bu en az 8 saaatlik işte dahi düşündüğümüzde yukarıda belirttiğim üzere günümüzün hemen hemen yarısını alıyor, bir yılımızda bize verilen saatin 3'te ikisini alıyor ve bir yılımızın gün hesabıyla da yine 3'te ikisini bizden alıp öylece götürüyor. dünyadaki asıl maksat çalışmak olmamalıydı diye düşünüyorum değerli okuyan, en azından bu kadar olmamalıydı diye düşünüyorum.

keşfetmeye, bilmeye, anlamaya, anlamlandırmaya ve öğrenmeye dair bir hayat yaşamak olmalıydı asıl gayemiz.

daha kaliteli yaşam sürebileceğimiz zaman dilimine kavuşabilmek dileğiyle.

5 Ağustos 2023 Cumartesi

eskişehir'de tatlı bir kafe "hey Joe"

bu yazımı yazarken Beethoven'dan moonlight senfonisini dinliyorum, çokla dinlendirici.

yeni bir hayat, yeni bir taşınma sonucu siz değerli okuyucularıma artık çok çok kısa metinler ile bulunduğum şehir Eskişehir'e dair fotoğraflar paylaşmayı da amaçlıyorum. bu da bu yazı serimin ilki olacak.

henüz bugün gitmiş olduğum hey joe isimli kafeden görmüş olduğum bir durumu sizinle paylaşmak istiyorum.

bilirsiniz ki kafelerde oturduğumuz masalarda masaların numarası olur ve o numarayı belirterek hesabı öderiz fakat hey joe isimli kafede durumlar biraz farklı. 

hey joe'da masaya farklı farklı kasetler bırakılmakta, sizler de arkadaşınızla olan keyifli sohbetiniz yahut kendinize ayırdığınız keyifli bir kafe molası bittikten sonra size verilen bu tatlı kasetlerle kasaya gidip ödeme yapabiliyorsunuz, sizce de çok tatlı değiller mi?


9 Temmuz 2023 Pazar

bilmemenin azizliğine dairdir

                                      



nedir azizlik, Türkçe Sözlük içeriğine göre ilk anlamı:

"ermiş, eren" 

ermiş kelimesi dini anlamda manevi anlamdaki yüksekliği, evliyalık gibi seviyeleri temsil etse de, ben ermiş kelimesine şöyle bir anlam katmak istiyorum, güncelleme yapmayı seven biri olarak.

"bazı şeyleri aşma hali, hatta bağzı şeyleri."

peki bilmiyor olmakla, azizliği, yani netice olarak, bazı şeyleri aşma halini nasıl bir araya getirdiğimi açıklamak istiyorum sizlere.

insan olarak araştırmalar neticesinde birçok bilgi birikimine sahip olabiliriz, bu gerçekten harika, gerçekten güzel bir eylem hali. hatta bazı kitapları duymuş yahut görmüşsünüzdir, gereksiz bilgiler vb adı altında. emin olun onlar o kadar güzel ki aslında bilginin gereksizi elbette olur yerine göre fakat sonuç olarak bu bir veri. gereksiz dahi olsa bazen bu bilgiler size "vay be" dedirtebiliyor. ve bana kalırsa, o tür kitaplardaki bilgiler hiç de gereksiz değil.

yani sözün kısası, pek tabi bilgilenmek mükemmel bir haldir, fakat bir de bazı şeyleri aşıp da bilgiyi önemsememek. bakın bunu kesinlikle cahillik hali ile bir tutmayınız rica ediyorum. çünkü burada ki bazı şeyleri aşmak, bilgisizlik her anlamda bilgisizlik anlamına gelmiyor. 

kültürel boyutta örnek vermek istiyorum. birçok insanın severek izlemiş olduğu, toplum tarafından yüceltilen, kült haline gelen bir film düşünelim, ama siz bunu izlemediniz, bu gayet olağandır. ama bazı kitleler var ki, izlediği filmi yüceltmekten kendini alamayıp, bir de hiç izlememiş olanları, kültürsüzlük yahut cahil olma hali ile suçlar. 

bilmediğimiz konunun cahili olabiliriz elbette, bu gayet olağan. ama belirttiğim gibi bilmediğimiz konunun. kültür bambaşka bir olay. bir filmi izleyip izlememeniz sizin kültürsüz olduğunuzu ortaya koymaz. sırf kültürlenmek adı altında da kült filmler izlemeyi mantığa uygun bulmuyorum. 

-ya biliyor musun ben IMDB'deki en iyi 100 filmi izledim.

yani?

gerçekten kültürümüzü bu listeyi izleyip izlememek mi belirliyor. eğer bu liste belirliyorsa kültürsüz listesine yazabilirsiniz beni. 

ama emin olun ki kültür bu değil, toplumdan ayrı yaşamak, birey olarak eylemlerde bulunmak gerek. ben neden birileri tarafından beğeni alan en iyi 100 filmi izleyerek kendi beğeni algımı geri plana atıyorum. bakarım oradaki filmlere konusu ilgimi çekiyorsa izlerim. ama sırf en iyi 100 film listasinde diye de bir filmin konusunu beğenmiyorsam izlememem yani. neden izleyeyeyim bir de, ne gibi bir gereklilik yahut ihtiyaç hali var ki.

bir şeyleri aşmak tam da burada devreye giriyor. bir toplum içinde bunları haykırabilmektir, hatta dilerseniz cevap dahi vermeyin böyle kişilere, nasıl rahat hissediyorsanız. ama ben bazen cevap vermeyi tercih ederim.

mesela yukarıda dediğim gibi, kendi beğeni algım, kendime dair bir tarzım varken neden birileri tarafından beğenilen iyi 100 filmi izlemeliyim, bir birey olarak bu durumu kabullenemem, kendi beğeni algımla güzel filmleri araştırır, bulur, izlerim.

bazı insanlar var ki mesela, toplum içinde izleyemedim de diyemez, sanki biliyormuşçasına davranır. yahu neden çekiniyorsun, bilmek gibi zorunluluğun mu var, lütfen bilmiyorum demeyi öğrenelim ya. gerçekten mükemmel bir kelimedir. 

bakın bilmiyor olmak, bilmemek olağandır, cahillik bambaşka bir şeydir. ki bazı konularda cahil de olabiliriz, mesela coğrafi bilgim azdır, coğrafi bilgi açısından cahil bir bireyim fakat bu beni kötü hissettirmiyor. bilene saygı duyarım, güzel bir hal gerçekten. fakat benim çokça ilgi duyduğum bir alan değil ve bilmem yani. 

her şeyi de bilmek zorunda değiliz, ki şuan bildiğim kadarıyla her şeyi de bilemeyiz yani, ki bilsek de ne olacak lütfen aşalım böyle durumları. 

bilmemenin, bilmiyor olmanın hafifliğine, azizliğine, bir şeyleri aşmış olma durumuna geçiş yapalım. 


kendini bilmenin dışa vurumu ego mudur?

 


ego nedir?

cevap: ben(bknz sozluk.gov.tr)

egoist nedir?

cevap: bencil(bknz sozluk.gov.tr)

egoyu nasıl tanımlayabiliriz, kendini düşünme hali diyelim, kendine fayda sağlama hali vb gibi türetebiliriz. daha farklı örneklendirmeler yapacak olursak, sadece kendisini düşünme hali, yani kendisinin dışındakileri bilmeme durumu.

peki her egoist olarak adlandırdığımız insan yahut insanlar gerçekten egoist midir?

sizlere kurtlar vadisi dizisinden bir örnek vereceğim şimdi, polat alemdar, halo dayı ve kılıç karakterinin bulunduğu bir yerde, halo dayı, kılıç karakterine polat'ın elini tutarak, bu adam çok büyük bir adam diyor, polat alemdar estağfurullah diye karşılık verdikten sonra halo dayı ise "senden bir tane daha yoksa estağfurullah demeyeceksin, eyvallah diyeceksin" diyor.

dünyanın her tarafındaki her bir insanı tanıyamıyor olduğumuzdan, belki gün gelir de tanırız bilemiyorum, ama en azından şuan tanıyamıyor olduğumuzdan, bizden bir tane daha var mı yok mu bilemeyiz, fakat her insanın kendine yönelik başarıları vardır neticede. başarısı yahut başarıları. bu başarılarımızın farkında olup da kendisini bu konuda ön planda tutan biri neden egoist olsun ki? ben bu eylemi kendisi hariç başkalarını düşünmeme olarak görmüyorum.

örnek vereyim, bir koşu yarışmasında, birinci olan bir şahsiyet var, bu yarışma sonucunda kendine dair güzel yorumlarda bulunuyor, bunun için çok iyi çabaladığını ve diğer insanları geride bıraktığını kazanacağını bildiğini, kazanacağına inandığını belirtiyor.

burada problem nerede? yarışma zaten onun birinci olduğunu açıklamış, zaten yarışma onun tek olduğunu simgelemiş, sıralamış, artık her ne derseniz. ego eğer ben hali ise, o halde yarışmalarda birincileri de belirtmeyelim mi yani? yarışmada bir şahıs birinci diye, bunun sevincini yaşıyor diye hemen egoist olsun öyle mi?

bu birçok anlamda, birçok yapılan eylemde geçerlidir. yaptığınız iş, bulunduğunuz bir spor dalı, herhangi bir eyleminiz işte. o yaptığınız eylemde başarılı olduğunuzu görüyor, düşünüyorsanız, kendinizi bilmenizin ne gibi bir sakıncası olsun ki?

yani bırakın toplum size, kalıp haline gelen "egoist" yakıştırmasında bulunsun. bir insanın yaptığı işini sevmesi, ona dair başarılarını anlatmasından mutlu olması çok da güzel bir şey ve ego bu değil. bana göre ego, kendini olduğundan farklı boyutta görme hali. bir işte başarısızsındır, ama buna rağmen kendini başarılı gibi göstermeye çalışıyorsundur.

ya da, bir konuda çok üstün durumdasındır ve çok amatör olduklarını bildiğin insanlarla o eylemi yapıyorsan, işte burada egonu okşamak için bulunuyor olabilirsin. ama kendinle aynı durumda olan insanlarla olan bir rekabetten başarılı çıkıyorsan ve bu başarına dair güzel değerlendirmelerde bulunuyorsan kendine dair, sen egoist değilsindir, sen yalnızca kendini biliyor olma halini dışa vuruyorsundur o kadar.

zira zaten bu dünyada yaşıyor olmaktaki en güzel şeylerden biri bu değil mi, her ne olursa olsun kendini bilmek hali. birçok insan kendini bilemiyorken, yıllar boyu kendini arıyorken, sen kendini biliyorsan, mutlusundur. bırak toplum sana istediğini söylemeye devam etsin. kendini bilmekten, yeri geldiğinde kendini biliyor olma halını dışa vurmaktan da çekinme, bu senin en doğal hakkın.


1 Temmuz 2023 Cumartesi

A NEW FETISH FOR WORLD: INFORMATION PLEASURE FETISH

 


The original version of this article was written by me in 2020


This translation was made by an artifical intelligence-based robot. Thanks to my robot.


I am not writing a history here.

However, if we look directly at it, there is indeed a history written here. Because, in general, this is what history is. It's what we do over time. Our lives, actions, and ultimately us, we are HISTORY. I am not stating this as someone who has been educated in the HISTORY department at university for about two and a half years. I am simply telling the truth. HISTORY is such a broad field. Someone who claims, "I know history, I understand history" may be partially telling the truth and partially lying. Or we can ask them what specific aspect of history they are familiar with. They might be telling the truth. It is not nice to immediately accuse someone of lying without touching on this point.

If I were to return to the essence of the matter, even though I mentioned that I am not writing a history here, the truth is that I am indeed writing a history here. And as individuals who are probably viewing the history written here, you are also contributing to writing history as the first people to see this history. Those who will eventually write about us as history will also be adding to the history. So, in essence, writing history doesn't become a paradox in itself. If it hasn't been done before, we are actually discovering the "HISTORY WRITING PARADOX" here. Even though we may not be writing history ourselves, there is still the paradox of history being written. Whatever the case may be, we have not yet returned to the essence of the topic.

Let's assume that you are reading a book, an encyclopedia, or an independent dictionary that provides scientific data. The new information in the scientific data book or encyclopedia you are reading, or every new word you read in the dictionary (including myself), stimulates certain parts of your brain, giving you pleasure.

The exact thing that brings pleasure here is presenting a new fetish to us. As I mentioned before, if this fetish did not exist previously, it means that it is a brand new discovery, and furthermore, I am looking for a name for this fetish. For myself, I can say, "KNOWLEDGE GIVES ME PLEASURE" or "EVERY NEW PIECE OF INFORMATION STIMULATES CERTAIN ORGANS IN MY BRAIN." However, unfortunately, I cannot provide a name for it at the moment. If you have any name suggestions, you can mention them, and I am sure that many readers of this text will relate to it. As I mentioned, I am not discovering something completely new here, but rather making a discovery. To put it simply, we do not invent the law of gravity; we discover that such a law exists. What I am doing here is similar to that.

I would also like to emphasize that this is definitely not sapiosexuality. Sapiosexuality refers to being attracted to a person's brain of the opposite sex, loving their intelligence. What I am talking about here is directly loving and enjoying information or data, without any sexual connection. It is just a fetish that provides pleasure.

INFORMATION PLEASURE FETISH. That's the term I would use.

Wouldn't it be great if everyone had it?

30 Haziran 2023 Cuma

açlıktan ölenlerle dolu bir gezegende çok yemek yemenin etikliğine dairdir

 


soruyu sormak çoğunlukla basit olsa da, cevabı vermek her zaman soruyu sormak kadar basit olmuyor.

bu yazıyı yazmaya iten düşünce bugün, sebebi ise dün kalbime düştü. bunu hemen açıklayayım izninizle, bilmiyorum artık bayram sebebiyle mi nedendir, dün biraz yemek yerken, yemek yemeyi fazla abarttım. elbette insanların farklı farklı hobileri vardır, yemek yemeyi çokça sevebilir, ya da çok yemek yemeyi çokça sevebilir ama buna bir de ben etik açıdan bakmak istiyorum.

yemek yemeyi çokça sevmenin kötü olduğunu düşünmüyorum, zira bir şekilde sevmememiz gereken bir eylem, hayatta kalmamızı sağlayan unsurlardan biri. fakat ben fazla yemek yemenin pek de etik olduğunu düşünmüyorum değerli okur. şimdi size buna dair bir istatistiksel veri sunacağım, bunu da chatgpt robotum ile yapacağım, evet açıkçası birçok insanla konuşmaktan daha mantıklı bir eylem geldiği için 1 aylık da olsa chatgpt üyeliği edindim. şimdi robotuma sorduğum soruyu ve cevabı size aktaracağım.

soru: 2021 yılında dünyada açlıktan kaç çocuk öldü?

cevap: Maalesef, dünya genelinde her yıl açlık nedeniyle binlerce çocuk ölmektedir. 2021 yılı verileri henüz tam olarak oluşmamış olsa da, BM Gıda ve Tarım Örgütü'ne göre, bugün itibariyle 820 milyondan fazla insan açlıkla mücadele ediyor ve her yıl yaklaşık 9 milyon kişi açlık nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu sayı içerisinde kaç çocuğun bulunduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bu durum, dünyanın önde gelen kuruluşlarını daha fazla çabalara teşvik etmek için açlıkla mücadele etmek için çalışmalarını sürdürmeye teşvik etmektedir

ben soruyu normalde sadece çocuk sayısını öğrenmek amacıyla sormuştum fakat, sayın robotumun belirttiği şekilde çocuk sayısı kesin olarak bilinmiyormuş, ne kadar doğru bilemiyorum, robotum öyle diyor.

ama insan sayısından değerlendirecek olursak, her yıl yaklaşık 9 milyon kişi. evet bildiğimiz 9 milyon kişi ya. robotuma sonra bir soru daha yönelttim, bunu da hemen ekleyeyim. kendisine Türkiye'deki en kalabalık 5 nüfusu sormuştum.


cevap: Türkiye'nin en kalabalık 5 şehri ve nüfus sayıları şu şekildedir:

1. İstanbul - 15.5 milyon
2. Ankara - 5.6 milyon
3. İzmir - 4.4 milyon
4. Bursa - 3.1 milyon
5. Antalya - 2.5 milyon


robotumun verdiği cevaba göre değerlendirme yapacaksak eğer, son 3 şehrin küsuratlarını bir tarafa bırakıp hesaplarsak, her yıl, dünyada açlıktan ölen insan sayısı ülkemizde bulunan en kalabalık 3, 4 ve 5. şehir olan izmir, bursa ve antalya'nın toplamıyla eş değer. 

durumun daha net farkında olabilmek adına, kendim de görebileyim diye böyle bir analize giriştim, robotuma öncelikle bu analizi için teşekkür ediyorum.

biz bir yerlerde çokça yemek yerken, karnımıza ağrılar girene kadar yemek yerken, başka bir yerlerde de birileri açlığa artık dayanamayıp hayatını kaybediyor. her yıl dünyada izmir, bursa ve antalya nüfusu kadar insan ölüyor. bu ülke depremde kaç insan kaybetti. son verilere internetten bakalım. ne kadar doğru olduğunu elbette bilemem fakat verikaynagi.com isimli sitenin belirttiğine göre, 6 şubat depreminde ölen insan sayısı: 36 bin 187 kişi. gerçekten ama gerçekten çok büyük bir sayı, hani ben ölümün sayılarla karşılaştırılmasını elbette sevmem fakat sadece istatistik sunmak adına bunu yapacağım, zira zaten 6 şubat depremini yaşayanlardan biri de benim. fakat amacım yine belirttiğim gibi sadece bir istatistik. belirtilen sayı 36 bin 187 kişi, bu her zaman yaşanmayan, çokça uzun zamanda bir görülen bir felaketteki ölüm sayısı. açlıktan dünyada her yıl ölen sayısı da yaklaşık 9 milyondu. bakalım kaç katı oluyor. evet şuan hesapladım, dünyada her yıl açlıktan ölen kişi sayısı, bu deprem felaketinin yaklaşık olarak 249 katı. evet, hiç de yanlış okumadınız. dünyada her yıl açlıktan ölen insan sayısı, dünyada her zaman gerçekleşmeyen bu deprem felaketinin tam olarak 249 katı. ne kadar korkunç bir sayı öyle değil mi? 

amacım evvelden size bu verileri sunmaktı.

bana sorarsanız, gerçekten fazla yiyoruz, kime göre fazla derseniz, açlıktan ölen insanlara göre fazla yiyoruz değerli okuyan, onlar hiç yiyemediği için bizler fazla yiyoruz. ha zaten ayrıca karnı ağrıyana kadar yiyen insanlar var yok değil ne yazık ki, bunlardan biri de geçtiğimiz gün ben oldum ne yazık ki, yani bir an artık rahatlığa mı kapıldım, dünyada açlıktan ölenlerin sayısını bilmediğimden miydi bilmiyorum ama rahatlığa kapıldım sanırım ve karnım ağrıyana dek yedim. bunu neyse ki her zaman yapmıyorum, zaten dün böyle bir eylemde bulunduğum için kendime çok kızdım. böyle bir şey yapmaktan gerçekten hiç ama hiç hoşlanmam, bence bir insan kendini ödüllendirmek için dahi olsa karnı ağrıyana dek yememeli diye düşünüyorum.

şimdi belki diyenler olacaktır, asıl çok yiyen biz değiliz, asıl çok yiyen başkaları. 

buna da yanlış diyemem, elbette her zaman bir daha fazlası olacaktır hatta birkaç daha fazlası. elbette sürekli olarak karnı ağrıyana dek yiyenler de var maalesef. ama bana kalırsa her insan kendisinden sorumlu, yiyebildiğimiz kadar yemeli, abartmadan yemeli, bu tür derneklere yardımcı olunmalı diye düşünüyorum, o kadar çok yardım kuruluşu var ki, ya da yardım kuruluşlarını da geçelim, çevremizde yiyecek yemeği olmadığını düşünen insanları kırmadan, onları incitmeden yemek paylaşımında bulunabiliriz, klasiktir belki ama, yemeğin fotoğrafını paylaşmak yerine gerçekten de bizzat yemeğin kendisini paylaşırsak insanlık adına çok daha onur ve gurur verici bir eylem olmaz mı sizce de?

şimdi yemek yerken okuyorsanız eğer, afiyet olsun diyorum, sayın, pek kıymetli, değerli okurum.


***


bu defa bir farklılık olarak, robotuma da aynı konuda bir makale yazdırdım, hiçbir şekilde değişiklik uygulamadan aşağıda sunuyorum, Al Chat uygulamasının sunduğu robotuma teşekkür eder, makalesini sizlere sunuyorum.


Çok Yemek Yemek: Etik Bir Sorun mu?

Günümüzde dünya genelinde açlık ve gıda güvensizliği, başta çocuklar olmak üzere milyonlarca insanın hayatını tehdit etmektedir. Aynı zamanda, refah seviyesi yüksek ülkelerde insanlar arasında obezite ve aşırı beslenme sorunu da büyük bir endişe kaynağı haline gelmiştir. Bu durum, çok yemek yemenin etik açıdan tartışmalı bir konu olmasına yol açmaktadır. Peki, açlıktan milyonlarca insanın ölmesiyle birlikte, çok yemek yemek etik bir sorun mu?

Öncelikle, açlık sorunu ve gıda güvensizliğiyle mücadele etmenin etik zorunluluk olduğunu kabul etmek önemlidir. Her insanın temel bir ihtiyacı olan beslenme hakkı, evrensel bir insan hakkıdır ve herkesin erişimine eşit şekilde sağlanmalıdır. Amaç, dünya genelinde herkesin yeterli ve sağlıklı gıdaya erişimini sağlamaktır.

Bu bağlamda, çok yemek yemenin etik boyutu incelenmelidir. Bir yandan, aşırı beslenme ve obezite gibi sorunlar, sağlık sorunlarına yol açabilir ve kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir. İnsanların sağlıklı yaşamak için uygun miktarda beslenmeleri ve dengeli bir diyet izlemeleri gerekmektedir. Bu, kişisel sorumluluk gerektiren bir konudur ve bireylerin kendi sağlıklarını koruma sorumluluğu bulunmaktadır.

Ancak, çok yemek yemenin etik sorunu, temelde kaynakların adaletsiz bir şekilde dağılımına dayanmaktadır. Birçok insanın temel besin ihtiyaçları karşılanmamaktadır, ancak aynı zamanda zenginlik ve kaynakların birikimi sınırlı bir kesimde yoğunlaşmaktadır. Bu durum, gıda adaletsizliğini ve açlık sorununu daha da derinleştirmektedir.

Bu nedenle, çok yemek yemek etik açıdan sorunlu hale gelmektedir. Zira bu eylem, dünyanın sınırlı kaynaklarını gereksiz şekilde tüketmekte ve güçlü olanla, zengin olanla bağlantılıdır. Bu kaynakları adaletsiz bir şekilde kullanmak, başkalarının temel beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan kaynakları tüketmek anlamına gelir. Dolayısıyla, çok yemek yemenin etik açıdan kabul edilemez bir şekilde enerji ve kaynak israfına neden olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak, açlıktan milyonlarca insanın öldüğü bir dünyada, çok yemek yeme eylemi etik bir sorun olarak ele alınmalıdır. Temel insan haklarına saygı göstermek, gıda adaletsizliğiyle mücadele etmek ve kaynakları sürdürülebilir bir şekilde kullanmak zorundayız. Bu nedenle, etik açıdan sorumlu olmak adına, bilinçli ve dengeli bir şekilde beslenmek ve gıda kaynaklarının adil ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasını desteklemek önemlidir.

29 Haziran 2023 Perşembe

Görevimiz Tehlike'nin 7. Filmine Neden GİTMEK İSTİYORUM? / GİDECEĞİM? / GİTMELİYİM?



hoş geldin, çokça değerli ve kıymetli okurum. 

dilersen yazımı okumadan önce ilk olarak yukarıdaki fragmanı izle. neden gitmeliyim sorusunun cevabı bu fragmanda mevcut, hatta sadece bu fragman da değil, youtube ile bu filmin yapım aşamalarını izleyecek olursak, 60 yaşındaki Tom Cruise isimli harika şahsiyetin, motosikletten atlayış sahnesinin gerçek olduğunu göreceksiniz. 

bu şahsiyet, bu pek kıymetli, harika oyuncu her filmde bu gibi aksiyonlara gerçek manada girmekte, bundan evvelki filmde yanlış hatırlamıyorsam bacağından yara almıştı, bir atlayış sahnesinde. zannediyorum ki filmleri ile gerçekten aksiyonun tadını bizlere yaşatmak istiyor, ya da belki de adrenalin yaşamayı çokça seven bir oyuncudur.

bu filmi çıktığı ilk sıralar sinemada izlemek için elimden geleni yapacağım, size de tavsiye ediyorum, serinin 4. filminden itibaren toplamda 3 film izledim, bu da 7. filmi olacak. 4-5 ve 6. filmleri çok çok beğenmiştim. bu filmi de çokça beğeneceğimi arzu ediyorum.

beni bu filmde en çok içine çeken durum da, Tom Cruise'un bu filmdeki sahnelerin birçoğunu bizzat dublör kullanmadan çektiğini görebiliyor olmak, bu harika ve filmi daha anlamlı hale getiriyor. pek tabii daha heyecanlı.

benim gibi sinemada izleyecek olan kişilere iyi seyirler diliyorum.

25 Mayıs 2023 Perşembe

29 MAYIS NE ŞEKİLDE KUTLANMALI?

29 Mayıs İstanbul'un fethi, yahut Constantinopolis'in düşüşü, olay nerede olduğunuza veya nereden baktığınıza göre değişiyor.

Bizans İmparatorluğu her ne kadar Constantinopolis'in düşüşü ile yıkılsa da, elbette ki orada yaşayan Bizansa dair, Bizanslı olan insanları da unutmamak gerekir. elbette ki yani, pek tabi öyle. bir yerlerde zulüm 1453'te başlandı denmesini bu yüzden çok da absürt yahut tuhaf bulamıyorum. zira bu kişi ya da kişiler Bizanslı hissediyor olabilir, o düşüncede olabilir, o düşünceye yakın olabilir. kimse seve seve kendi toprağının başka bir ülkeye verilmesini kabul edebilecek değildir elbette hemen. aradan yüzyıllar geçse de. İstanbul, Constantinopolis olarak görülebilir. oldukça olağan, doğal, norma uygundur.

29 Mayıs bana göre kutlanmalı mıdır, elbette harika bir zafer, bir başarı öyküsü, bir hayalin gerçeğe dönüşümü, 2.Mehmed'in, Fatih'e dönüşümü, bir çağın kapanıp, başka bir çağa dönüşümü.

ancak kutlanmalı abartılmamalı, kimse rencide edilmemeli diye düşünüyorum. zira 2.Mehmed sadece İstanbul'u değil, gönülleri de hoşgörüsüyle fethederek Fatih olmuştur.

Fatih'in ve Fatih'in askerlerinin fethini, Osmanlı İmparatorluğunun fethinin, Fatih'e yaraşır şekilde, kimseyi incitmeden, kimseyi ayrıştırmadan kutlamak gerektiğini düşünüyorum.

Kutlu olsun 29 Mayıs, kutlu olsun kutlu fetih. Huzur içinde uyu, İstanbul'un ve gönüllerin fatihi.

son olarak, lütfen, Ayasofya'nın kapılarını yemeye çalışmayınız.