son 30 günde en çok ne okundu?

30 Temmuz 2022 Cumartesi

henüz yayımlanmamış kitabımdan bazı yayınevlerine serzeniş şiiri


yayınevlerinin olmayan yayın politikası  

 

"...  şiir dosyası kabul etmiyoruz." 

tercümesi: v1 "edebiyatla ilgili değiliz, biz para istiyoruz." 

v2 "şiir yazan kişi en az başka bir edebiyat türü ile de ilgilenmeli." 

v3 "şair olma kavramına dair bir bilgimiz yok." 

 

bu tür yayınevlerine dair, bilinen 

yanlış: edebiyat müdavimleri

doğru: para müdavimleri 

 

eserden çok altındaki isme, 

kaliteden çok paraya önem veren 

acınası durumdaki yayınevlerimiz. 

 

ülkedeki edebiyatımızın,

gelişememesi, 

çok yönlü olamaması, 

kaliteyi gerçek anlamda sunamamasının, 

en büyük suçlusu sizlerin, 

paraya odaklı yayın politikanız. 

 

sizlere yöneltmek istediğim 

en önemli soru 

yıllardır bu ülkede hiç mi kaliteyi sunan 

yeni şairler ortaya çıkmıyor? 

 

yoksa siz kaliteyi tetkik edemeyen, 

zamanında kaliteyi sunmuş olan 

birkaç şairin arkasına sığındığınız yerden 

Kaybetmek istemediğiniz paraları mı saklıyorsunuz? 

-ki evet gerçekten hatırı sayılır şairlerimiz var. 

-ki Ali Lidar şiirlerine bağımlı biriyim ben. 

 

evet, 

bu ülke muazzam şairler çıkardı, 

ama sizin politikalarınız yeni şairlere asla izin vermiyor. 

 

hadi artık 

yalnızca iş insanı olup, 

para kaygısına düşmeden, 

kaliteyi destekleyin 

ve 

gerçek edebiyatı sunmaya başlayın. 

 

küçük iskender'e halen gerekli değer gösterilmemesinden mütevellit SERZENİŞLER

  



BU YAZIMI HEP BÜYÜK YAZACAĞIM, BELKİ DE İLK KEZ TAMAMEN BÜYÜK YAZDIĞIM YAZI OLABİLİR.

ZİRA, BAZI ŞEYLERİ BÜYÜTMEK GEREKİYOR, ELLERİMİZLE, AVUÇLARIMIZDA. SÖZCÜKLERİMİZİ.

KİMDEN BAHSEDİYORUM BU YAZIMDA, ELBETTE Kİ BELLİ, KÜÇÜK İSKENDER. ŞİİR DÜNYASINDA DEHŞET ESERLER BIRAKAN MUAZZAM KALİTEDE BİR SÖZCÜK BİLİMCİDEN BAHSEDİYORUM.

VİKİPEDİ SAĞOLSUN, BUGÜN, ŞU SIRALAR KONTROL ETTİĞİMDE YANLIŞ SAYMADIYSAM SADECE ŞİİR KİTAPLARININ 25 TANE OLDUĞUNU GÖRDÜM. EVET, 25 ŞİİR KİTABI. BUNUN BERABERİNDE ROMANLARI, SERBEST YAZILARI DA MEVCUT. ANCAK BUNLARIN BİRÇOĞU HALEN STOKTA OLMAYAN KİTAPLAR?

BURADAN YAYINEVLERİNE ŞU SORUYU SORMAK İSTİYORUM. ACABA ÜLKEMİZDE GERÇEKTEN KÜÇÜK İSKENDER GİBİ BİR GERÇEK OLDUĞUNDAN HABERSİZ MİSİNİZ? NASIL OLUR DA STOKTA BULUNMAYAN KİTAPLAR YENİDEN BASILMAZ? DÜNYADA ÜNLÜ, HARİKA ESERLER OLUŞTURMUŞ BİR ŞAİRİMİZ MEVCUT,  YAŞARKEN DEĞERİ ZATEN BİLİNMEDİ, ONU HEPİMİZ BİLİYORUZ. BARİ ÖLDÜKTEN SONRA BİLİNİR DİYE DÜŞÜNDÜM, ÖLDÜKTEN SONRA DA AYNI, BU DEFA ADETA TAMAMEN UNUTULDU GİBİ.

ŞUNU MU ANLAMAM GEREK YANİ, ONDAN SONRAKİ GELEN NESİL ONU TANIMASIN MI, ONU OKUMASIN MI, BİLMESİN Mİ?

İNSANLAR ARTIK ESKİSİ GİBİ BİRBİRLERİNE ÇOKÇA HEDİYE VERMİYOR. KÜÇÜK İSKENDER KİTAPLARI ESKİDEN HER KİMDE VAR İSE BELKİ DE O İNSANLARDAN ÇOCUKLARINA FALAN KALACAK ANCAK. Kİ, ONLARA DA HAK VERİYORUM. NASIL OLUR DA BÖYLE DEĞERLİ, ARTIK STOKTAK BİLE KALMAMIŞ KİTAPLARI GÜVENİP DE BİRİNE HEDİYE VEREBİLİRSİN Kİ, ÖDÜNÇ VERSEN ZATEN GERİ ALMA GİBİ BİR DURUMUN BİLE ÇOK DÜŞÜK. KARŞIDAKİ KİŞİ, KİTABI KAYBETTİM DESE NE YAPACAKSIN?

HİÇ.

BU KİTAPLAR KAYBOLUR, UNUTULUR, BİR YERLERDE KALIR, TOZLANIR, GİDER. YAYINEVLERİNDEN RİCA EDİYORUM. BU KONUYA BİR ŞİİRİMDE DEĞİNMİŞTİM, HENÜZ YAYIMLANMAMIŞ OLAN BİR ŞİİRİMDE, BELKİ BURAYA DA EKLERİM AMA, HANİ İLK DOSYA OLARAK, ŞİİR DOSYASI KABUL ETMEYEN YAYINEVLERİNDEN RİCA EDİYORUM. TAMAM, KABUL ETMİYORSUNUZ ŞİİR DOSYASI, ANLADIK, ŞİİRE VERDİĞİNİZ ÖNEM AŞİKAR, HARİKA.

ANCAK EN AZINDAN, MEVCUT DEĞERLERİ RİCA EDİYORUM ELDE TUTMAYI BİLİN. KÜÇÜK İSKENDER GİBİ, ÖDÜLLER ALMIŞ DÜNYACA ÜNLÜ BİR ŞAİRİMİZ VAR. BELKİ DE ÇOĞU KİŞİ TANIMIYOR, BİLMİYOR, OKUMUYOR, OKUYACAK KİTABINI BULAMIYOR.

LÜTFEN ARTIK KÜÇÜK İSKENDER'İ, ESERLERİ İLE YAŞATIN, HAYATA KAZANDIRIN. SİZLER UNUTUP GİDERSENİZ,  BİR SONRAKİ NESİL KORKARIM Kİ KÜÇÜK İSKENDER'İ HATIRLAMAYACAK.



29 Temmuz 2022 Cuma

beğendiğimiz sayfayı kıvırmak, kitaba saygısızlık mı?



diyelim ki elinize güzel bir kitap aldınız, eskiden okumuş olduğunuz bir kitap, kitapta birden fazla sayfanın ucu hafiften katlanmış böyle, bazılarında sayfanın altı, bazılarında sayfanın üstü köşelerden katlanmış böyle. kitaba saygısızlık olur mu bu?

saygı kelimesinin anlamına gelin tdk ile bakalım.

1. isim Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram:
      "İnsanlara saygıyı yitirdin mi yandın bittin, on paralık oldun demektir." - Yaşar Kemal

2. isim Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu.

burada bakacağımız önemli kısımlar, "bir kimseye, bir şeye". yani kitap "bir şey" olduğuna göre, bu durumda kitaba karşı saygı durumundan söz edebiliriz. ilk olarak buradan başlayalım. ama sizce kitap bu durumdan incinebilir mi yani, rahatsız olur mu?

bana soracak olursanız, olmaz. zira kitabın herhangi bir sayfasından tutup, onu hafifçe katlamak, aslında kendimize bıraktığımız bir işaret. bu işareti ne şekilde bırakmak istediğimiz bize kalmış. zira ben şahsen bu şekilde yapıyorum, kendi kitaplarımı okurken, kitap da bana ait olduğundan, herhangi bir ucundan tutup kıvırabiliyorum sayfayı. bunu bir saygısızlık hareketi olarak da görmekten ziyade kendime sunduğum bir işaret olarak görüyorum. zira evet normalde sayfa içlerindeki yazıların altını da çizebilirdim ya da direkt cümlenin üzerini fosforlu kalemlerle de çizebilirdim. ama ben bunu her zaman yapamıyorum. ha elbette yaptığım oldu. ama her zaman yapmak içimden gelmiyor haliyle, çünkü her zaman yanımda fosforlu kalem bulundurmuyorum. bu sebeple de sevdiğim bir kısmın bulunduğu sayfayı katlamak bana daha makul geliyor.

ki diyelim ki, örnek veriyorum bir yerin altını çizdim, ben onu nasıl bulacağım hemen ancak sayfaları böyle bir karıştırmam gerek. ki bir de kitap kalın ise bu gerçekten zaman alabilir. ya da örneğin belirli bir yere ayraç koyduğumuzu düşünelim. ama benim kitapta birkaç beğendiğim yer olmuyor ki, aşırı miktarda çok sayıda beğendiğim yer oluyor. örnek vereyim, 200 sayfalık bir kitap düşünelim. bunda 50 yeri beğendimi varsayalım. şimdi bu 50 yerin hepsine nasıl ayrı ayrı ayraçlar yerleştireyim ki? bu ne kadar pratik bir yöntem olur. bana göre hiç de olmaz. hatta kitap çok daha değişik görünür bence bu şekilde, netice olarak da iyi bir görünüm sağlamaz. 

yani özetle ben kendi düşünceme göre kitaptaki herhangi bir sayfanın katlanmasını herhangi bir saygısızlık olarak görmüyorum. başta dediğim gibi, evet, kesinlikle kitaba karşı bir saygı kavramından söz edebiliriz. zira kitap "bir şey" bu da, ona karşı bir saygı kavramından söz edilebildiği anlamını çıkarıyor, en azından Türk Dil Kurumunun sunduğu ölçütler doğrultusunda bu şekilde. 

aşama bir, kitaba saygı kavramından söz edilebilir mi? evet söz edilebilir.

aşama iki, kitabın herhangi bir sayfasını katlamak, kitaba saygısızlık olarak nitelendirilebilir mi?

şimdi yukarıda belirttiğim husus benim düşüncelerime göre, saygısızlık olarak nitelendirilemez. örneğin benim kendi okuyor olduğum kitaplar için bu şekilde. ama daha ince bir noktaya da değineceğim fakat en sonda yapacağım bunu. 

ince noktaya değinmeden bir diğer asıl değinmek istediğim nokta da, kitabın kime ait olduğu. örneğin kitabı ben bir arkadaşımdan ödünç olarak almışımdır, ben burada kitabın sayfasını katlamayı yahut kitapta herhangi bir yere bir işaret koymayı uygun bulmam, zira kitap bana ait değil, okuyup vereceğim. zira belki böyle bir durum, arkadaşıma göre bir saygısızlık hareketi olacak, o sebeple bunu yapmam hiç de etik ve doğru bir davranış olmayacaktır. bu sebeple kitabın kime ait olduğu da olayın saygısızlık boyutunu değiştirecektir. 

mesela a kişisine göre saygısızlık hareketiyken, b kişisine göre olmayabilir. zira kitap kiminse bu onun düşüncesine göre değişim gösterecektir. ama benim okuduğum kitaplar için yine belirtmiş olduğum gibi, kitabın herhangi bir sayfasını katlamak saygısızlık hareketi değildir. zira aksine bu bana güzel bir anı, işaret sağlamış olacak bir eylemden ibaret, en azından bana göre bu şekilde.

bir de gelelim işin daha ince kısmına ki, yani bu kısmıyla ne kadar alakadar olursunuz bilemem ancak, netice olarak kitap bir yazarın elinden çıkmakta, ardından bir yayınevinde belki birden fazla insanın yaptığı çalışmalar, düzenlemeler sonucu basılmış hale gelmekte. sizce bu durumda diğer insanların da fikrini sormaya gerek var mıdır?

buna açıkçası dürüstçe cevap vermek gerekirse, cevabım; keşke ülkemizde her şeye yeterli saygı gösterilse de, bu gibi durumlara daha çok dikkat edebilsek, daha naif davranabilsek olurdu. ama yine de ülkemizin her şeye yeterince saygı gösterilen bir ülke olduğunu varsayıyorum. evet örnek olarak bu yazım gereği şuan varsaymam gerekiyor. komik bir durum ama neyse.

bence yine de ulaşılabiliyorsa yazara, yayınevine de düşüncelerine sormak çok daha güzel bir hareket olabilir tabii. ama yine de sanıyorum ki, henüz yirmi ikinci yüzyılda olmadığımız için, bu sorumuzu çok ciddi bir soru olarak değerlendirmeyecek olanlar çokça olabilir...

güzelliklerle kalın lütfen.


aleni mektup: Ali Lidar lütfen şiir yaz

 


ben bir bağımlıyım, Ali Lidar şiirleri bağımlısı. -28.07.2022, 20:46-

bu yazının ilk olarak başlığını ekledim bıraktım, sanırım 26.07.2022 günü olabilir, ya da öyle bir şey. ardından dün akşam saatleri yukarıdaki cümleyi ekledim, zaten saat ve tarih de yazdım hemen unutmamak adına. yukarıdaki yazdığım cümlenin bir türevini, henüz bir yayınevi aracılığı ile yayımlatmadığım 2.şiir kitabımdaki bir dizeye de eklemiştim. neyse, bundan hiç bahsetmeyeceğim şimdi, zira konu Ali Lidar ve ona dair muazzam şiirler.

şimdi Ali Lidar'ı tanımayan insanlar için özetle belirtmek isterim, benim tanıdığım kadarıyla kısaca belirtmek gerekirse, kendisi Eskişehir'de yaşamakta, en son Felsefe Öğretmenliği yapmakta idi. bunun yanında bir de Eskişehir'de küçük prens müzesi açtı. kitap sayısını hiç bilmiyorum lakin yalnızca bildiğim küçük prens kitabının dünyadaki birçok dile çevrilmiş halini bahsettiğim müzede barındırmakta. bu adam gerçekten harika biri. edebiyat ile ilgilenip umarım halen bu harika insanı tanımayan yoktur. ki elbette vardır da, lütfen tanıyın ya.

benim bildiğim kadarıyla kendisinin 4 şiir kitabı ve şiir kitabının haricinde de farklı edebi türlerde kitapları bulunmakta. net bir sayı vermek gerekirse kitapyurdu isimli sitede şuan itibariyle 12 kitabı bulunmakta.

ben bunlardan sadece şiir kitapları ve bir de "büyük kederler küçük öyküler" isimli öykü kitabını okudum. şiir kitabı olarak yanlış hatırlamıyorsam ilk olarak alengirli şiirler isimli kitabını almıştım, kendisinin  muazzam şiirleri ile ilk tanışıklığım o kitabı ile başlamakta. beni birçok etkileyen şiiri var, hatta birçoğunu gerek podcast programımda gerek de youtube kanalımda seslendirdim. ancak en çok etkileyen derseniz, şuan buraya ekleyemeyeceğim tarzda uzun olan "olmamış kahraman emeklisi" isimli henüz son şiir kitabı olan "İsmail'in Kendi Kendine Delirmişliğine Dair Hikayat" isimli şiiri. harika şiir, mükemmel şiir. anlamlar havuzunda dağılmakta olan bir şiir. böyle normal övüp geçtiğime bakmayın lütfen, o şiire dair de bir yorumlama yazısı mutlaka yazmak istiyorum ama kesinlikle bunu daha sakin bir ruh ve kafa içerisinde yazmak istiyorum. zira eksik kalsın istemiyorum.

benim aslında bu yazımı yazmaktaki amacım da, bu gibi şiirlerin devam etmesi. buna ne derseniz deyin, belki de bir fetiştir. belki de Ali Lidar şiirlerine fetişim var bilmiyorum ancak abartı derecesinde bir sevgim var gibi gelebilir. ancak gerçekten bu benim normal bir tepkim, bana gayet normal geliyor. çünkü kendi şiirleri çokça bunu hak eden şiirler. 

kendimi düşünmek değil mesele ama, ben kendisinin şiirlerini okudukça hayatın karmaşıklığı içerisinde sanki böyle bir mola alıyorum gibi, sanki zamanı durduruyorum o sıra, oraya odaklanıyorum.  ben bu hayatta yaşamak sözcüğünün eyleme geçiş halini pek sevmeyen biriyim ancak, onun şiirlerini okuyunca işte bunu pek hatırlamıyorum, sanki unutuyorum o an. bu her şiirde olmuyor elbette, şiirden şiire, şairden şaire de değişmekte. ancak Ali Lidar'a dair şiirlerde daha çok görünmekte. 

ülke halkından ricam, lütfen Ali Lidar'a, lütfen bir şaire zamanında değer verin. şair yıpranmadan ve bırakmadan edebiyatı. şair bir kere bu değeri kendi gözleriyle görsün yahu. çok değil zaten okursanız hak verecekseniz inanıyorum. okusanız eliniz, kalbiniz, ruhunuz değer verecek istemsizce, ben edebiyat ile ilgili, edebiyat aşığı bir insanın Ali Lidar şiirlerini beğenmeyeceğini çok düşünmüyorum. tamam elbette tarz meselesi ama, tarzına uyumlu değilse bile beğenmek ayrı bir durum bence. zira şiirlerinin ayrı bir özgünlüğü, ayrı bir kalitesi bulunmakta. hadi beğenmedin diyelim ama,  yine de kötülemezsin yani bu muazzam şiirleri.

Ali Lidar'dan da ricam ise, edebiyat dünyasına farklı edebi türdeki yazılarınızla bir şekilde devam etmektesiniz, sizden ricam lütfen özellikle şiire olan bu güzel eylemlerinizi bırakmayın. şiiri klavye ile mi kalem ile mi yazıyorsunuz bilmiyorum lakin her ne ile yazıyorsanız şiir o yazdığınız şeye çokça yakışıyor. lütfen bu anlam dolu şiirlerinizi bırakmayın, edebiyat dünyasına şiirlerinizi yağdırmayı devam edin rica ediyorum. 

"bir yağmur yağsa da, üzerime Ali Lidar şiirlerinden düşse.

Ali Lidar şiir yaza da,

bu yaşamak eyleminin bana gelen ağırlığına karşı

Alzheimer olsam."

  

16 Temmuz 2022 Cumartesi

küçük iskender'in balkon değiştirmekten kastı neydi?

  



şimdi sizlere daha evvelden, nazım hikmet ve cemal süreya'nın şiirlerine dair yorum, anlamlandırmaya ilişkin yazılarımı sunmuştum, bu defa da bunu küçük iskender'in  hasta hayat depoları isimli  şiir kitabındaki 77 nolu şiirinin üzerinden yapacağım. şiiri hemen ekliyorum.

"77.
Türkiye'yi değiştirmek gibi bir derdim yok benim. Kendimize
yakışan insanlarla çekiliriz. Yaşadığın yeri arzuladığın yere
benzetmeye çalışma! Ben evimin balkonuna masa koyamam,
saksılarla bezeyemem.
Çünkü boyutu belli: Hiçbir şey sığmıyor! Bu coğrafyanın da
boyutu belli. Bazı şeyler sığmıyor! Kültür mozaiği sığmıyor,
hümanizm sığmıyor, özgürlük sığmıyor! Bir balkon sefası için
bina yıkılmaz! Basar gider, daha geniş balkonlu bir yere
taşınırsın. Bu kadar basit!"

bu şiiri önceleri okumuştum, dün gece yeniden okudum ve bu şiiri anlamlandırmak istedim. daha düşük sözcükler ve cümleler yardımıyla.

ne diyor şiirde bakalım.

en baştan başlayalım, değiştirmek gibi bir derdi olmadığını söylüyor Türkiye'yi.  zira bunun sebebini de şu örnekle açıklıyor. evinin balkonu. hani evlerimizin balkonu genel olarak hep küçük olur ya şehirlerde. ben şahsen yaşadığım şehirdeki balkonları çoğunlukla geniş gördüm, ancak örneğin Eskişehir'de yaşadığım sürede de, oradaki balkonları değerlendirecek olursam ciddi manada küçüktü, muhtemelen küçük iskender burada tam olarak o boyutlarda balkonları kastetmektedir diye düşünüyorum. zihninizde daha iyi canlandırma yapabilmesi adına bu örneği vermek istedim. balkon örneği gerçekten şahane. neden derseniz, yine bunu kendisi açıklamış şiirin bir diğer kısmında, "balkon sefası". evet balkonda hepimiz gerçekten manzaraya karşı güzelce kahvemizi, çayımızı yudumlamak isteriz değil mi, bazen kitabımızı açıp okumak, ardından balkonumuzu güzel çiçeklerle vs süsleriz bir şekilde. ama tabii en önemli nokta, sığdığı kadar işte. sığmazsa ne yapacağız?

yani bir balkon size küçük geldiğinde ne yaparsınız, ya da genel anlamda bir ev size küçük geldiğinde ne yaparsınız? ne zaman küçük gelir bir ev? örneğin, ev içerisinde yaşadığınız insan sayısı çoğalır ve o ev size o zaman küçük gelir. zira balkon da öyledir, o kadar çok zevkiniz, hobiniz gelişmiştir ki, artık balkondan taşacak duruma gelmiştir.

bu durumda hani genel olarak çok da imkanımız yoksa başka bir odayı, balkona katmak gibi, hani belki bilmiyorum evin durumunu da. imkanlar dahilinde yapılabilirse pek de problem yok. ama işte buradaki asıl sözcük de imkan, imkanlar.

şiirdeki balkon ve buna destek nitelikteki ev örneğinin iyi anlaşıldığını düşünüyorum.

şimdi gelin bir de bunu yine şiirdeki diğer kısma özel değerlendirelim, asıl nokta balkon değil, ev değil, asıl nokta şu. balkona nasıl bazı zevklerimiz sığmıyor duruma geliyorsa, yaşadığımız coğrafya için de aynı şeyler geçerli. neler sığmıyor peki küçük iskender'e göre? "kültür mozaiği, hümanizm, özgürlük" bunlar ne kadar da önemli şeyler değil mi? zira kültür mozaiği, tarih yahu. tarih dahi sığmıyor, hani bunda sadece kültür mozaiği örneği de vermeyelim. çünkü eminim siz de görmektesiniz, ülkemizde tarihi eserlere yapılan restorasyonları. buna dair örnekler verip konuyu uzatmam anlamsız kaçacaktır, ama olmuyor işte. o tarihi eserin "tarih" kısmına, o harika dokusuna, güzelliğine zarar vere vere restore ediliyor. neden çünkü sığmıyor işte, olmuyor. tarih maalesef kitaplardan, profesörlerden, bilim adamlarından, öğrenilmedikçe dizilerden öğrendikçe, hiçbir şey olmadığı gibi olmamaya devam da edecek. 

hümanizm. bu zaten sırf başlı başına uzun uzun yazılar yazılacak konulardan biri. ama kısacık yazacağım işte. hümanizm nedir, insancıl. insanın değerini anlayabilmektir, bilebilmektir. insanın emeğinin karşılığını rahatlıkla sorgulayabilmesidir. hissedebilmesidir insanın, insanlığını, insan olduğunu. eğer hissedemiyorsa insan, gerçek bir insan olduğunu, unutup gidiyorsa, o coğrafyada hümanizmden söz etmek pek de makul değildir.

özgürlük. evet özgürlük. neyse işte.

ne diyor küçük iskender bize özetle, balkonunuzu değiştirin yahu. imkanı olanlar balkonunu bir şekilde değiştiriyor elbette. imkan meselesi zira, ben kendi açımdan örnek vereceğim. benim için çok da büyük bir balkona gerek yok. ben şahsen ülkemiz içerisindeki mevcut balkonlardan biriyle yetinebilirim, tabii değişimi sağlayabilirsem.

ama elbette ki ülkedeki balkonları sevmeyenler de olacaktır, zevkleri ülkemiz balkonlarına uygun olmayanlar olacaktır. e olmuyorsa da zorlamaya gerek yoktur canım, kendisini daha farklı bir ülkenin balkonunu almak için bir çaba içerisine getirmesi gerekir. ona uygun koşullar vs. o kişiler zaten bilirler hangi ülkenin balkonu güzeldir, o ülkenin balkonuna nasıl erişilir, hepsini bilirler, zira araştırır ve bilir onlar. ülkemizin aydınlık yüzüdür onlar. karanlık, ışıksız balkonlar içerisinde aydınlık sağlayan, birer aydın yüzlerdir onlar.

daha güzel balkonlarda yaşamak dileğiyle.


15 Temmuz 2022 Cuma

insan olmanın gerekliliklerine dairdir, birinci bahis



 

sizlere göre insan olmanın belli gereklilikleri var mı, öncelikle isterseniz sozluk.gov.tr ile, insan sözcüğünün anlamlarına bakalım

1. isim Toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı.

2. isim Âdemoğlu, âdem evladı:
      "O yaşta insan hiç düşünmeden sadece yaşamaya bakar." - Haldun Taner

3. sıfat, mecaz Huy ve ahlak yönünden üstün nitelikli (kimse).

Türkçe diline ait sözlüğüe göre bu 3 anlama sahip. şimdi ben buradaki ilk ve son anlamlara bakacağım. sonra kendimizi bu anlamlar doğrultusunda bir değerlendirmeye alacağız. bakalım ne kadar insanız.

"Toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı."

konuşma yeteneği olan kısmına, ülkemiz adına çokça katılsam da düşünme yeteneği kısmına pek de katılamıyorum maalesef ki. zira klasiktir, biz ülke insanı olarak, hani elbette istisnalar var ama, istisnaları hariç tutuyorum. ÜLKE İNSANI OLARAK, BİREY OLMAYI ÖĞRENEMİYORUZ, BİZ SADECE TOPLUMUZ, BİREY DEĞİL. istisnalar hariçtir.

nedir birey olmak? gelin hadi onun da bir anlamına bakalım. kavramları öğrenelim önce.


1. isim Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlık, fert:
      "Matbaanın bulunması, sanat ve kültür olaylarından tüm bireylerin nasiplenmesi yolunu açtı." - Aydın Boysan

2. isim Doğa bilgisinde türü oluşturan tek varlıklardan her biri.

3. isim, mantık Bir türün kapsamı içine giren somut varlık.

4. isim, ruh bilimi İnsan topluluklarını oluşturan, insanların benzer yanlarını kendinde taşımakla birlikte, kendine özgü ayırıcı özellikleri de bulunan tek can, fert.

5. isim, toplum bilimi Toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri, fert.

beş ayrı anlamı varmış ya, dile kolay beş anlam. hangisinden yola çıkacağımı bilemedim, birey olmak bu kadar kapsamlı bir şeyse demek. buradan mesela önemli kısımlardan birini şöyle gözden geçirelim. "kendine özgü nitelileri yitirmeden bölünemeyen" yani ilk başta ne olacak,kendimize özgü nitelikler. bunları da yitirmememiz gerek. bir diğer kısma geçelim, "kendine özgü ayrıcı özellikleri de bulunan". dikkat edilirse, yine aynı şekilde kendimize özgü nitelikler, özellikler olması gerektiği belirtilmiş. yani birey olmanın şartı bu. başka değinmek istediğim kısım ise şu, "toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri."

 


 

işte bu üç kısım üzerine konuşabiliriz.

 son kısımdan başlamak istiyorum, toplumları oluşturan bizleriz, yani bireyler. ama nasıl oluşturuyoruz, düşünsel, duygusal, iradeyle ilgili niteliklerimizle. yani bizi diğer insanlardan ayıran özellikler bunlar.  başkalarının kararı ile, toplumun kararı ile hareket edecek olursak zira, birey olamayız. şimdi kendimize soralım, yaşıyor olduğumuz toplum içerisinde, bazen bizi rahatsız eden unsurlar sebebi ile, toplumdan farklı özelliklerimizi ortaya koyamıyorsak, işte bu noktada kendimize birey demek, gerçek bireylere saygısızlık olacaktır diye düşünüyorum. çünkü birey olmanın niteliklerini taşımadan, kendimize nasıl birey diyebiliriz ki? zaten bu tarz insanların da birey olmaya dair fikirlerinin olduğunu ve bu konuyu umursadıklarını çok da düşünmüyorum. zira onlar bulunduğu toplumdan farklı düşünce dile getirmeyen, toplumu onaylayan, topluma ters düşen bir konuda hemen kaşlarını çatan, TOPLUMUN UZUVLARI HALİNE GELMİŞLERDİR. TOPLUM OLMADAN YAŞAYAMAZ, KONUŞAMAZ, HERHANGİ BİR KONUDA DÜŞÜNCESİNİ DİLE GETİREMEZLER.

 bakın burayı özellikle belirtmek istiyorum, elbetteki toplumları oluşturan bireyler. ama maalesef, diğer ülkeleri bilmediğimden, onlar hakkında yorum sunamayacağım fakat, ÜLKEMİZDE İNSANLAR BİREY OLMADAN, TOPLUMA KARIŞIYORLAR. toplumun bu şekilde oluşması ne kadar doğru? bir kere yukarıdaki anlama, yani yukarıda yazıldığı üzere toplum bilimine aykırı bir durum. önce birey ol, sonra topluma karış, toplumu oluştur öyle değil mi. ama yok, toplumun uzvu olup, insanlar birey olmayı unutuyorlar. bu şekilde sizce toplumlar gelişebilir mi? ben hiç zannetmiyorum, zira sürekli olarak aynı şeyleri tekrar eden toplumlarda birey olma kavramı gelişmedikçe, toplumlar da gelişemeyecektir. bu da bizi muasır medeniyetler seviyesine ulaştırma yolunda hep bir ayak bağı olacaktır. muasır medeniyetler mi dedim, ne kadar komik değil mi? daha birey dahi olmadan, muasır medeniyetler kavramına geçiş yaptım. bakın bunlar kademe kademe, önce insan olduğumuzun farkına varmalı, bu doğrultuda yaşayıp birey olmalı, ardından da muasır medeniyletler seviyesi gibi durumları düşünmeliyiz. bir anda fazla uçuş yaptım sanırım.

evet, bana göre sıralama yukarıdaki şekilde olmalı. insan olduğumuzu fark etmeli ardından da birey olarak farklılıklarımızı ortaya çıkarmalıyız. birileri yaptığımız şeyleri aykırı mı buluyor? cevabınız ne mi olmalı, "BEN BİR BİREYİM, BİREY OLMANIN GEREKLİLİKLERİNİ YERİNE GETİRİYORUM, PEKİ SEN BİR BİREY MİSİN?" kafası karışacaktır çokça, o kişi cevap bulana dek, siz oradan uzaklaşmış olursunuz zaten.

farklılıklarımız var çünkü bireyiz. farklılıklarımızdan dolayı endişe içinde olmamalıyız, kendimizi farklı özelliklerden dolayı dışlamamalıyız. zira toplumu oluşturan öyle veya böyle bizleriz. bizler toplumu oluşturan bireylerken, birey olmayanlar da yukarıda iki defa belirtmiş olduğum gibi, toplumun uzvu, başka bir şey değiller. toplum olmadan hiçbir şey yapamazlar.

birinci bahis bu kadardı, zira bu konu hakkında daha yazacaklarım mevcut, ancak bu yazı içerisinde daha fazla uzatmak istemiyorum.


14 Temmuz 2022 Perşembe

hayatın yaşanabilirliğine dairdir

 





hayatı yaşanabilir hale getiren etkenler nelerden ibarettir sizce, bu konuya dair hiç düşündünüz mü? felsefe alanına, benzetme yerinde olursa, bir uyuşturucu bağımlısı vari bir bağımlılık taşıdığımdan, üzerimdeki ağırlıklardan biri de bu. bugün de bu ağırlığı sizinle paylaşacağım.

bu konuya dair kendi hayatımdan örneklendirmeler vererek açıklamalar sunacağım. bana göre hayatı yaşanabilir hale getiren etkenlerden en önemlisi yaşıyor olduğumuz çevre faktörüdür. bu çevre faktörünü güncellediğimiz daha güzel hale getirdiğimiz sürece hayatımızı da bu oranla daha yaşanabilir hale getirebiliriz. bu ülkemizin bazı yerlerinde mümkün iken ne yazık ki bazı yerlerinde çok da mümkün olmayan bir durum. bu konuya dair hatta şöyle bir söz paylaşmak istiyorum, yazar Jim Rohn'a ait bir söz.

"İnsan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır."


bu paylaşmış olduğum sözü de açıkçası, yukarıda belirttiğim duruma bir örnek olarak sunmak istedim. bu söze çokça katılan ve günlük hayatımda kullanan biriyim. bu özetle yaşadığınız çevre faktörü ile ilgili bir durum. çevrenizde hayatta yaşamaktan zevk alan insanlar bulundurursanız, bu doğrultuda siz de hayatı yaşamaktan zevk alabilirsiniz, tabii diğer türlü, çevrenizdeki insanlar karamsar iseler, bu da size olumsuz anlamda etki teşkil edebilecektir. bu sebeple bu gibi durumlarla karşı karşıya gelmemek adına çevrenizi her zaman kaliteli insanlara doldurmak, hayata daha güzel bakmanıza yol açacaktır. zira çevrenizdeki insanların kültür oranına göre sizin de kültürünüz gelişim gösterecektir. aynı zamanda sizin kültürlülük oranınız da, çevrenizdeki insanlara etki edecektir elbette. bu noktada düşünecek olursak aslında çevremize hepimiz bir şekilde etki vermekteyiz. çevremiz ile etkileşim halindeyiz, istesek de istemesek de bir şekilde yaptığımız eylemler sonucu örnek teşkil ediyoruz, gerek iyi gerek kötü anlamda durum bu şekilde.

şimdi ilk adımı sağlamak istedik diyelim, ancak yaşadığımız şehir bu durumda bize bu olanağı sağlamıyor. elbette bu durumun bulunduğu şehirlerimiz yok mu, tabii ki var. böyle bir durumda size mümkün oldukça yaşadığınız şehri değiştirmenizi tavsiye ederim. zira diğer türlü o şehir sizi yerinizde sayıp, toplumdan bir farkınızı ortaya koyabilmeniz adına, bir birey olabilmeniz adına size gerekli şartları sağlamayacaktır. kültürel anlamda gelişimini tamamlamamış bireylerden oluşan şehirler, sizin yaptığınız her farklı eylem neticesinde, çok farklı tepkiler verebileceklerdir. bu da elbette sizi yalnızlaştıracak, bir diğer değişle yaşamdan koparabilecek hallere kadar sebebiyet verecektir. ayrıca insansak bir amacımız olmalı değil mi? hayatımızda elbette değişiklikler yapacak, kendimizi mutlu edecek farklılıklar oluşturmak için çaba halinde olmalıyız.

çevre faktörü için diyelim ki şehir de değiştirdiniz, ardından kendinize uygun birbirinden kaliteli bireyler ile dostluklar kurdunuz, peki sonra?

sonrasında artık durum biraz da sizin çabanıza bağlı. elbette çabadan kastım bir miktar da para. burada bahsettiğim para çok büyük miktarlar değil kesinlikle. kendinize geliştirebileceğiniz birçok alan var ve bu alanların elbette daha ucuz olanları da mevcut. pahalı zevkler de edinebilirsiniz tabii ki ancak öncesinde buna dair olanaklar da sağlamalısınız. bu sebeple pahalı zevklerin ziyadesinde bütçenize ve kendinize uygun alanlarda gelişim sağlamanız çok daha faydanıza olacak ve sizi hayata karşı daha yaşanabilir bir hale getirecek.

hayatın yaşanabilirliği kavramını yalnızca kendiniz için düşünmeyin lütfen, zira yazımda da belirtim, biz insansak eğer amacımız olmalı. sadece kendimizi düşünmenin de evvelinde, çevremize de kalitemiz ve yapabileceğimiz eylemlerle fayda sağlamalıyız diye düşünüyorum. hayatı kendimiz için yaşanabilir hale getirdiğimizde, aynı zamanda çevremiz için de hayatı daha yaşanabilir hale getirmiş olacağız aynı zamanda. çünkü yukarıdaki sözde belirtildiği gibi, bizler gerçek manada en çok zaman ayırdığımız, en çok birlikte bulunduğumuz, en çok diyalog halinde bulunduğumuz insanların ortalaması ya da ortalamasını üstüyüz, bunu asla unutmamak gerekir.  

hayatı yaşanabilir hale getirebilecek eylemleri sıralamak gerekirse

-arkadaş seçiminde dikkatli davranmak,

-kendimize uygun arkadaşları edinemediğimiz bir şehirde yaşıyorsak, bunu başarabileceğimiz bir şehirde hayatımızı idame ettirmek.

-düşüncelerimize, bütçemize ve mutluluğumuza katkısı olabilecek alanlara ilgi beslemek

eğer bu üç eylemi doğru şekilde hayatınızda sağlayacak olursanız, bu hayatı kendiniz adına ve çevreniz adına çok daha yaşanabilir bir hale getirebileceğinizi düşünüyorum.

mutluluklar dilerim.


13 Temmuz 2022 Çarşamba

hediye edilen ürünün başka birisine hediye edilmesinin etikliğine dairdir



merhaba, sayın beni 5 yıldır takip etmekte olan değerli okuyucu, 5 yıldır çeşitli çeşitli yazılarımla kıymetli zamanını paylaştın, çok teşekkür ediyorum.

bugünün tarihi 14.07.2022, saat 02.11 ve tam şuan başlıkta belirtmiş olduğum konuya dair düşüncelerimi belirtmek için bu yazıya başladım.

ben ki hediye vermekten aşırı miktarda mutluluk duyan bir insan olarak bu konu hakkında geçtiğimiz günler içerisinde zihnimde monologlar içerisine dalış yaptım. şuan onları kendimle daha somut bir şekilde paylaşırken ayrıca sizlere de sunmuş olacağım.

şimdi ilk olarak bunun bir örneklendirmesini yapalım.

a kişisi ve b kişisi olsun başta. a kişisi b kişisine örnek verelim, kendisi için çokça değerli ve anısı olan bir kitabı hediye olarak verecek. hediye etmenin hemen evvelinde bir de not yazıyor hatta. bu hediyeye dair, anısı olan bir not. hemen ardından da kitabı b kişisine hediye ediyor.

b kişisi bu kitabı okuyor çokça mutlu oluyor, ardından sonra bu kitabı kendisi için değerli olan c kişisine hediye ediyor. ve düşünsenize bir de o da kendi notunu ekliyor. yani kitapta önce a kişisinin b kişisine hediye notu, hemen altında da b kişisinin c kişisine yazdığı hediye notu. böyle bakınca aslında kulağa hoş geliyor, en azından benim için. değerinin birden çok daha üzerine çıkıp adeta bir tarih, ani barındıran kitap haline geliyor. hem de bir de a ve b kişisinin altını çizdiği ayrı ayrı yerler varsa, EFSANE. resmen efsane gerçekten, buna bayıldım, kulağa harika geliyor. bu gibi hediye cezbederdi beni, neyse.

bunu tabii daha da ilerletebiliriz, ziyadesinde c kişisi bir de ç kişisine hediye edebilir kitabı. evet, neden olmasın ç kişisi. ç de oldukça değerli bir harf elbette. 

konunun aslına hemen geri dönecek olursam da bunu dilediğimiz kadar ilerletebiliriz, tabii kişi sayısı arttıkça artık kitapta muhtemelen hediye notu yazacak bir yer kalmayabilir.

ben işin bu noktasında ziyade, etikliği noktasındayım. şimdi normalde kitap ilk kime aitti, a kişisine. a kişisi için oldukça değerli, öneme sahip bir kitap, kendisi için değerli olan b şahsına hediye olarak sunuldu. artık o kitap b kişisinin tamam bunda bir problem yok.

zira b kişisinin muhtemelen kitabı c kişisine hediye etmesinde bir kötü düşünce yok, zira o da kendisi için değerli olan c kişisine hediye ediyor. ancak sizce b kişisi kitabın yani hediyenin her ne kadar yeni sahibiyse de, bu olgunun etikliği açısından, kitabı bir başkasına vermeden önce a kişisine sormalı mı?

bu konudaki düşüncem, evet, olayın etikliğine dikkat edecek biri ise kesinlikle sormalı. zira a kişisi gerçekten kitabı tam olarak b kişisine özel olarak düşünerek hediye etmiş olabilir. burada aslında dikkat edecek olursanız, etik kavramının her ne kadar küçük bir ayrıntıdan ibaret de olsa aslında ne kadar ince bir çizgi olduğunu da anlamış oluyoruz. zira burada evet, b kişisi istese kitabın yeni sahibi olduğundan sormaksızın başkasına verebilir. ancak yine de bence kitabın ilk sahibine de danışılmalı diye düşünüyorum. 

bana sorulacak olursa bu konu, yukarıda da zaten örneğini verdim, eğer gerçekten kitap kesinlikle ve kesinlikle hediye ettiğim kişiye özel olarak düşündüğüm bir kitap ise, ben kesinlikle onun başkasına verilmesini istemem, zira kötü hissederim istemsizce. çünkü ilk sahibi olarak o eseri ben b kişisine layık görmüş ve ona vermişim. bence onun başka birisine vermeye hakkı olmamalı diye düşünüyorum.

ancak bir diğer açıdan kitap eğer alelade bir kitapsa, alelade bir kitaptan kastım, yani o kişiye özel olarak düşünülmemiş, sadece o kişi okusun diye verilmiş bir kitap ise bence bu kitabın laf yerindeyse nesiller boyu kişiler arasında aktarımının sağlanmasında bence hiç de sakınca olmayacaktır. zira ben şahsen böyle bir hediye almak isterim, hadi bir zihnimizde canlandıralım.

düşünsenize 1900'lü yılların başında basılmış oldukça eski bir eser, o dönemden bu yana çeşitli dostlar birbirlerine hediye etmiş, en son size kadar gelmiş. haliyle 1900'lü yıllar olması sebebiyle de verilen hediyeye dair yazılan notlar kısmında Osmanlı Türkçesine dahi denk gelmeniz olağan. yani böyle bir eser hediyeden ziyade bir tarihi eser olarak da düşünülebilir ayrıca. düşünsenize bu hediyenin kıymetini, değerini. bir an zihnimde canlandırdım da, gerçekten muazzam bir hediye olurdu.

böylesi hediye aktarımları yapsak ya bizler de, yani 20 yıllık, 40 yıllık, hatta 100 yıllık geçen dönem içerisinde o kitapta dilimizde artık değişen kelimeler bile açık olarak fark edilecektir diye düşünüyorum. gerçekten muazzam.

sonuç olarak bir noktaya varmak gerekirse de, ilk olarak soruyu sorup altına cevap eklemek istiyorum.

soru: hediye edilen ürünün başka bir kişiye hediye edilmesi etik midir?

cevap: bu durum, hediye veren kişinin hediyeyi ne manada verdiğine göre değişim gösterecektir, hediyeyi vermesinin manası yalnızca alelade bir hediye vermek ise, bunda bir sakınca olacağını düşünmüyorum. ancak hediye veren kişi hediyeyi direkt olarak, özellikle o kişiye vermek istediyse, bu durum pek de etik olmayacaktır. bu sebeple her iki durumda da olayın etikliği açısından, bize verilen hediyeyi başka bir kişiye hediye etmek istesek dahi, bunun öncesinde hediyeyi aldığımız şahsa görüşünü sormak olacaktır.

 sonuç: duruma göre değişiklik göstereceğinden kısmen etik kısmen etik değildir.

mutlu günler geçirmeniz dileğiyle.