son 30 günde en çok ne okundu?

14 Temmuz 2022 Perşembe

hayatın yaşanabilirliğine dairdir

 





hayatı yaşanabilir hale getiren etkenler nelerden ibarettir sizce, bu konuya dair hiç düşündünüz mü? felsefe alanına, benzetme yerinde olursa, bir uyuşturucu bağımlısı vari bir bağımlılık taşıdığımdan, üzerimdeki ağırlıklardan biri de bu. bugün de bu ağırlığı sizinle paylaşacağım.

bu konuya dair kendi hayatımdan örneklendirmeler vererek açıklamalar sunacağım. bana göre hayatı yaşanabilir hale getiren etkenlerden en önemlisi yaşıyor olduğumuz çevre faktörüdür. bu çevre faktörünü güncellediğimiz daha güzel hale getirdiğimiz sürece hayatımızı da bu oranla daha yaşanabilir hale getirebiliriz. bu ülkemizin bazı yerlerinde mümkün iken ne yazık ki bazı yerlerinde çok da mümkün olmayan bir durum. bu konuya dair hatta şöyle bir söz paylaşmak istiyorum, yazar Jim Rohn'a ait bir söz.

"İnsan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır."


bu paylaşmış olduğum sözü de açıkçası, yukarıda belirttiğim duruma bir örnek olarak sunmak istedim. bu söze çokça katılan ve günlük hayatımda kullanan biriyim. bu özetle yaşadığınız çevre faktörü ile ilgili bir durum. çevrenizde hayatta yaşamaktan zevk alan insanlar bulundurursanız, bu doğrultuda siz de hayatı yaşamaktan zevk alabilirsiniz, tabii diğer türlü, çevrenizdeki insanlar karamsar iseler, bu da size olumsuz anlamda etki teşkil edebilecektir. bu sebeple bu gibi durumlarla karşı karşıya gelmemek adına çevrenizi her zaman kaliteli insanlara doldurmak, hayata daha güzel bakmanıza yol açacaktır. zira çevrenizdeki insanların kültür oranına göre sizin de kültürünüz gelişim gösterecektir. aynı zamanda sizin kültürlülük oranınız da, çevrenizdeki insanlara etki edecektir elbette. bu noktada düşünecek olursak aslında çevremize hepimiz bir şekilde etki vermekteyiz. çevremiz ile etkileşim halindeyiz, istesek de istemesek de bir şekilde yaptığımız eylemler sonucu örnek teşkil ediyoruz, gerek iyi gerek kötü anlamda durum bu şekilde.

şimdi ilk adımı sağlamak istedik diyelim, ancak yaşadığımız şehir bu durumda bize bu olanağı sağlamıyor. elbette bu durumun bulunduğu şehirlerimiz yok mu, tabii ki var. böyle bir durumda size mümkün oldukça yaşadığınız şehri değiştirmenizi tavsiye ederim. zira diğer türlü o şehir sizi yerinizde sayıp, toplumdan bir farkınızı ortaya koyabilmeniz adına, bir birey olabilmeniz adına size gerekli şartları sağlamayacaktır. kültürel anlamda gelişimini tamamlamamış bireylerden oluşan şehirler, sizin yaptığınız her farklı eylem neticesinde, çok farklı tepkiler verebileceklerdir. bu da elbette sizi yalnızlaştıracak, bir diğer değişle yaşamdan koparabilecek hallere kadar sebebiyet verecektir. ayrıca insansak bir amacımız olmalı değil mi? hayatımızda elbette değişiklikler yapacak, kendimizi mutlu edecek farklılıklar oluşturmak için çaba halinde olmalıyız.

çevre faktörü için diyelim ki şehir de değiştirdiniz, ardından kendinize uygun birbirinden kaliteli bireyler ile dostluklar kurdunuz, peki sonra?

sonrasında artık durum biraz da sizin çabanıza bağlı. elbette çabadan kastım bir miktar da para. burada bahsettiğim para çok büyük miktarlar değil kesinlikle. kendinize geliştirebileceğiniz birçok alan var ve bu alanların elbette daha ucuz olanları da mevcut. pahalı zevkler de edinebilirsiniz tabii ki ancak öncesinde buna dair olanaklar da sağlamalısınız. bu sebeple pahalı zevklerin ziyadesinde bütçenize ve kendinize uygun alanlarda gelişim sağlamanız çok daha faydanıza olacak ve sizi hayata karşı daha yaşanabilir bir hale getirecek.

hayatın yaşanabilirliği kavramını yalnızca kendiniz için düşünmeyin lütfen, zira yazımda da belirtim, biz insansak eğer amacımız olmalı. sadece kendimizi düşünmenin de evvelinde, çevremize de kalitemiz ve yapabileceğimiz eylemlerle fayda sağlamalıyız diye düşünüyorum. hayatı kendimiz için yaşanabilir hale getirdiğimizde, aynı zamanda çevremiz için de hayatı daha yaşanabilir hale getirmiş olacağız aynı zamanda. çünkü yukarıdaki sözde belirtildiği gibi, bizler gerçek manada en çok zaman ayırdığımız, en çok birlikte bulunduğumuz, en çok diyalog halinde bulunduğumuz insanların ortalaması ya da ortalamasını üstüyüz, bunu asla unutmamak gerekir.  

hayatı yaşanabilir hale getirebilecek eylemleri sıralamak gerekirse

-arkadaş seçiminde dikkatli davranmak,

-kendimize uygun arkadaşları edinemediğimiz bir şehirde yaşıyorsak, bunu başarabileceğimiz bir şehirde hayatımızı idame ettirmek.

-düşüncelerimize, bütçemize ve mutluluğumuza katkısı olabilecek alanlara ilgi beslemek

eğer bu üç eylemi doğru şekilde hayatınızda sağlayacak olursanız, bu hayatı kendiniz adına ve çevreniz adına çok daha yaşanabilir bir hale getirebileceğinizi düşünüyorum.

mutluluklar dilerim.


13 Temmuz 2022 Çarşamba

hediye edilen ürünün başka birisine hediye edilmesinin etikliğine dairdir



merhaba, sayın beni 5 yıldır takip etmekte olan değerli okuyucu, 5 yıldır çeşitli çeşitli yazılarımla kıymetli zamanını paylaştın, çok teşekkür ediyorum.

bugünün tarihi 14.07.2022, saat 02.11 ve tam şuan başlıkta belirtmiş olduğum konuya dair düşüncelerimi belirtmek için bu yazıya başladım.

ben ki hediye vermekten aşırı miktarda mutluluk duyan bir insan olarak bu konu hakkında geçtiğimiz günler içerisinde zihnimde monologlar içerisine dalış yaptım. şuan onları kendimle daha somut bir şekilde paylaşırken ayrıca sizlere de sunmuş olacağım.

şimdi ilk olarak bunun bir örneklendirmesini yapalım.

a kişisi ve b kişisi olsun başta. a kişisi b kişisine örnek verelim, kendisi için çokça değerli ve anısı olan bir kitabı hediye olarak verecek. hediye etmenin hemen evvelinde bir de not yazıyor hatta. bu hediyeye dair, anısı olan bir not. hemen ardından da kitabı b kişisine hediye ediyor.

b kişisi bu kitabı okuyor çokça mutlu oluyor, ardından sonra bu kitabı kendisi için değerli olan c kişisine hediye ediyor. ve düşünsenize bir de o da kendi notunu ekliyor. yani kitapta önce a kişisinin b kişisine hediye notu, hemen altında da b kişisinin c kişisine yazdığı hediye notu. böyle bakınca aslında kulağa hoş geliyor, en azından benim için. değerinin birden çok daha üzerine çıkıp adeta bir tarih, ani barındıran kitap haline geliyor. hem de bir de a ve b kişisinin altını çizdiği ayrı ayrı yerler varsa, EFSANE. resmen efsane gerçekten, buna bayıldım, kulağa harika geliyor. bu gibi hediye cezbederdi beni, neyse.

bunu tabii daha da ilerletebiliriz, ziyadesinde c kişisi bir de ç kişisine hediye edebilir kitabı. evet, neden olmasın ç kişisi. ç de oldukça değerli bir harf elbette. 

konunun aslına hemen geri dönecek olursam da bunu dilediğimiz kadar ilerletebiliriz, tabii kişi sayısı arttıkça artık kitapta muhtemelen hediye notu yazacak bir yer kalmayabilir.

ben işin bu noktasında ziyade, etikliği noktasındayım. şimdi normalde kitap ilk kime aitti, a kişisine. a kişisi için oldukça değerli, öneme sahip bir kitap, kendisi için değerli olan b şahsına hediye olarak sunuldu. artık o kitap b kişisinin tamam bunda bir problem yok.

zira b kişisinin muhtemelen kitabı c kişisine hediye etmesinde bir kötü düşünce yok, zira o da kendisi için değerli olan c kişisine hediye ediyor. ancak sizce b kişisi kitabın yani hediyenin her ne kadar yeni sahibiyse de, bu olgunun etikliği açısından, kitabı bir başkasına vermeden önce a kişisine sormalı mı?

bu konudaki düşüncem, evet, olayın etikliğine dikkat edecek biri ise kesinlikle sormalı. zira a kişisi gerçekten kitabı tam olarak b kişisine özel olarak düşünerek hediye etmiş olabilir. burada aslında dikkat edecek olursanız, etik kavramının her ne kadar küçük bir ayrıntıdan ibaret de olsa aslında ne kadar ince bir çizgi olduğunu da anlamış oluyoruz. zira burada evet, b kişisi istese kitabın yeni sahibi olduğundan sormaksızın başkasına verebilir. ancak yine de bence kitabın ilk sahibine de danışılmalı diye düşünüyorum. 

bana sorulacak olursa bu konu, yukarıda da zaten örneğini verdim, eğer gerçekten kitap kesinlikle ve kesinlikle hediye ettiğim kişiye özel olarak düşündüğüm bir kitap ise, ben kesinlikle onun başkasına verilmesini istemem, zira kötü hissederim istemsizce. çünkü ilk sahibi olarak o eseri ben b kişisine layık görmüş ve ona vermişim. bence onun başka birisine vermeye hakkı olmamalı diye düşünüyorum.

ancak bir diğer açıdan kitap eğer alelade bir kitapsa, alelade bir kitaptan kastım, yani o kişiye özel olarak düşünülmemiş, sadece o kişi okusun diye verilmiş bir kitap ise bence bu kitabın laf yerindeyse nesiller boyu kişiler arasında aktarımının sağlanmasında bence hiç de sakınca olmayacaktır. zira ben şahsen böyle bir hediye almak isterim, hadi bir zihnimizde canlandıralım.

düşünsenize 1900'lü yılların başında basılmış oldukça eski bir eser, o dönemden bu yana çeşitli dostlar birbirlerine hediye etmiş, en son size kadar gelmiş. haliyle 1900'lü yıllar olması sebebiyle de verilen hediyeye dair yazılan notlar kısmında Osmanlı Türkçesine dahi denk gelmeniz olağan. yani böyle bir eser hediyeden ziyade bir tarihi eser olarak da düşünülebilir ayrıca. düşünsenize bu hediyenin kıymetini, değerini. bir an zihnimde canlandırdım da, gerçekten muazzam bir hediye olurdu.

böylesi hediye aktarımları yapsak ya bizler de, yani 20 yıllık, 40 yıllık, hatta 100 yıllık geçen dönem içerisinde o kitapta dilimizde artık değişen kelimeler bile açık olarak fark edilecektir diye düşünüyorum. gerçekten muazzam.

sonuç olarak bir noktaya varmak gerekirse de, ilk olarak soruyu sorup altına cevap eklemek istiyorum.

soru: hediye edilen ürünün başka bir kişiye hediye edilmesi etik midir?

cevap: bu durum, hediye veren kişinin hediyeyi ne manada verdiğine göre değişim gösterecektir, hediyeyi vermesinin manası yalnızca alelade bir hediye vermek ise, bunda bir sakınca olacağını düşünmüyorum. ancak hediye veren kişi hediyeyi direkt olarak, özellikle o kişiye vermek istediyse, bu durum pek de etik olmayacaktır. bu sebeple her iki durumda da olayın etikliği açısından, bize verilen hediyeyi başka bir kişiye hediye etmek istesek dahi, bunun öncesinde hediyeyi aldığımız şahsa görüşünü sormak olacaktır.

 sonuç: duruma göre değişiklik göstereceğinden kısmen etik kısmen etik değildir.

mutlu günler geçirmeniz dileğiyle.

25 Haziran 2022 Cumartesi

CEMAL SÜREYA, ÜSTÜ KALSIN diyerek bize ne anlatmak istedi?




birbirinden değerli ve harika okuyucularıma güzellikler diliyorum.

bu yazının başlığını 11 Aralık 2019 tarihinde yazıp bırakmışım. hep doğru anı bekledim. Aradan aradan yaklaşık olarak 2.5 yıl geçti ve işte artık sanırım doğru zaman geldi.

şimdi cemal süreya'nın malum şiirine ait dizeleri ilk olarak ekleyeyim.

"Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte. 

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir... 

Üstü kalsın..."

cemal süreya sizce bu dizelerle neyi aktarmak ve anlatmak istedi, buna dair beynimin içindeki organlarla tartışma içerisine girip farklı sonuçlar çıkarmaya çabalayacağım.

Düz bir mantıkla okuyacak olursam eğer, sıra sıra ilerleyeceğim.

"Ölüyorum Tanrım
Bu da oldu işte."

şimdi burada yer almakta olan "da" sözcüğü, aslında çoğumuzun hayatında var olmakta olan bir "da" sözcüğü. Hatta direkt şöyle bakalım "bu da". 

benim buradan çıkardığım anlam, muhtemelen sıkıntılı bir hayat sürecinden sonra ölüme yaklaştığı sıralarda yazılmış bir şiirse eğer, artık hayattaki karşılaştığı problemlere karşı duyduğu bıkkınlık hissi ile yazılmış gibi geldi. evet o oldu, bu oldu. bir şeyler oldu, her şey üst üste geldi ve şimdi de ölüm. "bu da oldu işte." yani artık yolun son kısmı, hayatın bitim anı. burada ölüme karşı kısmen bir eleştiri söz konusu gibi geldi bana.  çıkardığım anlamlardan biri de bu. biraz daha ilerleyelim. 

"Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım." 

burada da bir farkındalık söz konusu, neyin farkındalığı, her ölümün, erken ölüm olduğuna dair bir farkındalık hissi, bir kez daha ölüme karşı bir eleştiri durumu. zira eleştirinin sebebi, ölümün erken olması. bunun da sebebini şuna bağlıyorum. 

genel manada bir tatminsizlik durumu. düşünsenize cemal süreya'sınız, edebiyat dünyasına muazzam eserler kazandırmışsınız, elinizden geleni, edebiyatınızdan geleni fazlasıyla yapmışsınız ve ölüm halen erken. neden sizce, ölüm korkusu mu yoksa tatminsizlik mi derseniz, ben kesinlikle tatminsizlik derim. 

kendisini karakter olarak bilmiyorum, sadece şiirleri ile tanıyan okuyucularından biriyim. ama belki de daha çok yazmak istiyordu. daha çok şiir. mevcut şiirleri, eserleri, kendisini tatmin etmemişti. ne büyük lüks ama değil mi, cemal süreya'sın ve şiirlerin, eserlerin kendini tatmin etmeye yetmiyor. tamam artık bu kadar yeterli demeye yetmiyor. kim bilir belki de gerçekten daha dolu dolu muazzam eserler bırakacaktı bizlere.

lüks durumuna gelecek olursak da, evet kendisi sonuç olarak "cemal süreya". ama biraz da bunu, yani hatta aslında bunu en önemli olan kendi dönemine göre değerlendirebilmek. kendi döneminde ne kadar okunuyor, ne kadar tanınıyor, ne kadar biliniyor durumu. muhtemeldir, o zamanki cemal süreya ile şuan ki cemal süreya aynı değildir. zira şuan edebiyatla ilgisi olan yahut olmayan birçok insanın duyduğu zaman tanıyabileceği bir isim. bunun sebebi de malumdur artık bilgiler kolaylıkla ulaşabiliyor bizlere. ancak kendi döneminde durum böyle miydi? eserleri anlaşılabiliyor muydu, bunlar çok önemli. o sebeple belki de aslında ölümü erken ölüm olarak görmesinin sebebi, aslında o anki cemal süreya'nın şimdiki cemal süreya olmaması olabilir diye düşünüyorum. 

"Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir..."

şimdi gelelim bu kısma, yoksa cemal süreya, cemal süreya olduğunun farkında mıydı? aldığı hayat fena bir hayat değil. yani aslında tatminsizliğin içinde bir de, tatmin olma ya da sanıyorum ki durumu kabullenme var. ama bu iki durum açısından seçim yapacaksam kısmen tatmin kısmen tatminsizlik diye cevaplarım. zira evet, muhtemelen eserleri şimdiki kadar tanınmıyor ve bilinmiyordur ancak yine de önemli olan her şeyden ziyade yazan kişinin bu durumun farkında olması, kendini bilmesi. zannediyorum ki kısmen de olsa cemal süreya kendisini tanımış, aldığı hayatın fena olmadığını belirterek belki de bir yandan da her ne kadar yazamadığı eserlere üzülse de, yazdığı şiirlerin kalitesinin farkında olduğunu bildiriyor. 

"evet, her ne kadar ölüm de gelse, ben cemal süreya'yım" diyerek ölümü karşılıyor. zira her ne kadar ölmek, bir yok oluş ise de, aslında o halen eserleri ile bizlerin arasında kendini andırıp, kendine yer buluyor. tıpkı şuan ki yazıda olduğu gibi.

"üstü kalsın..."

şimdi bunun da bir anlam değil de iki anlam birden içerdiğini düşünüyorum. zira ilk başta demiştim ki, aslında "bu da oldu işte" derken, aslında problemlerinden yeterince bunaldığını belirtiyor. ve bu sebeple de üstü kalsın diyerek noktalamaktaki amacı muhtemelen, bu kadar problem artık yeter, fazlasını kaldıramam manası çıkıyor bana göre. 

bir diğeri de, sanırım kendisinin cemal süreya olduğunun farkında ve yeterince güzel eser verdiğini anlayıp, daha fazlasına ihtiyacı olmadığını belirtiyor. bu kadarı yeterli, fazla esere gerek yok diyor da olabilir. 

şimdi biraz da şiiri bizler için değerlendirelim, zira kendisi bir şair. bu şiiri ne durumda, ne için, kim ya da kimler için yazdığını bilemiyorum. 

şiiri yeniden okuyoruz, bu defa da kendimiz için.

"Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte. 

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir... 

Üstü kalsın..."

bu harika eser cemal süreya tarafından, kendisinden ziyade bizler için yazıldıysa, aslında hayata ve ölüme nasıl bakmamız gerektiğini bize anlatmak istiyor diyebilirim. 

bu kısmı biraz daha hızlı ve net bir şekilde geçmek istiyorum. ölüyüm tanrım, bu da oldu işte diyerek aslında her şey üst üste gelebilir ve neticede ölüm de gelebilir anlamını çıkarabiliriz. zira ölüm de hayatın belki de en gerçekçi eylemi olabilir, bundan daha gerçekçi bir eylem var mıdır ki hayatta?

her ölüm erken ölümdür, biliyorum tanrım derken de, aslında ölümün bir yandan da acımasızlığını dile getiriyor bizlere. ne zaman bulursa bulsun, hangi yaşımızda bulursa bulsun, ölmek istemeyişimiz belki de, ölüm daima erken, istenilmeyen bir karşılık. ne olursa olsun, her şey olsun ancak ölüm olmasın, zira o hep erken. aslında bunu demesinin amacı belki de şuydu, bir şeyleri ertelemeyin. evet her ne olursa olsun ertelemeyin işte, çok derin düşünüp 5 yıllık 10 yıllık planlar yapmak yerine ertelemek yerine, ölümün erken zamanda bir yerlerde bizi bulup, bizi pişmanlığa uğratmadan, yapmamız gereken her ne varsa zaman geçmeden yapmak. insanız yahu neticede, anlardan ibaret, anlardaki eylemlerden ibaretiz. 10 yıl ilerisinden 20 yıl ilerisinden bize ne ki? bir sonraki dakika için ölümün gelip bizi bulmayacağı durumunun garantisi yok iken, bu kadar uzun, derin planların manası ne ki?

ama, ayrıca, aldığın şu hayat fena değildir derken, her ne olursa olsun, pişman olduğumuz kadar yaşadıklarımız ile de mutlu olabilmeyi hatırlatıyor bize. yaşadığımız her ne kadar güzel anlar varsa mutlu olmak. bazı insanlar var ki o kadar hayatını planlara bağlıyor ki, o planlar içerisinden mutlu olmayı dahi unutuyor, ölüm ansızın gelip bulsa belki de benim planlarım var diye geçirecek içinden, hayır işte planlar bitti. peki soruyorum ölüm sizi gelip bulduğunda, cemal süreya gibi, "ama, ayrıca, aldığın şu hayat fena değildir" diye iç geçirebilecek misiniz, bunu diyebilecek bir hayat yaşadıysanız o hayat ne güzeldir eminim ki. ama kaçımız bunu diyebilecek bir hayat yaşadık? bu soruyu bence her insanın kendisine sorması gerek.

sorularla da hayatı unutmamak gerek elbette ama, neticede sorularla kendimizi daha güzel şekilde güncelleyebiliriz diye düşünüyorum.  o sebeple bunu yanıtlamak isterseniz eğer sormak istiyorum sizlere,

aldığım şu hayat fena bir hayat değildir diyebilir misiniz?

pek tabii bir de üstü kalsın kısmı var. üstü kalsın, üstü kalsın o kadar derin bir anlam ki aslında. üstü kalsın diyebilmek, bunu gerçek anlamda hissederek diyebilmek zordur diye düşünüyorum. zira üstü kalsın demek aslında bir şeyleri umursamamanın getirdiği rahatlıkla denilebilecek bir söz. bu alelade bir garsona verebileceğiniz bahşiş değil hayır. bu hayat yahu, hayatınız gözünüzün önünden geçiyor ve sizin cevabınız "üstü kalsın" oluyor. 

yani aslında şu açıdan da bakacak olabiliriz, gerçekten o kadar harika bir hayat yaşamışsınızdır ki, bu kadarı yeter, üstü kalsın dersiniz, rahat bir şekilde. umarım ki böyle dersiniz, öyle muazzam bir hayat yaşarsınız ki, ölüm dahi geldiğinde, ben zaten muazzam bir hayat yaşadım, bu kadarı yeterli, üstü kalsın diyebilirsiniz.

mutluluklar, güzellikler diliyorum.


24 Haziran 2022 Cuma

cinsel ilişki devrimi


burada yine yirmi ikinci yüzyıldan bildirilen bilgiler ışığında, siz değerli okuyucularıma "cinsel ilişki devrimi" adı altında birkaç durumdan bahsetmek istiyorum.

ancak baştan belirtmeliyim ki, bu belirttiğim şeyler cinsel ilişki devrimi olarak nitelendirdiğim başlık altındaki düşüncelerim. sadece düşünce, bakış açısı. 

sevdiğiniz bir insan, yahut evli olduğunuz eşiniz dışında, başka bir insan ile cinsel ilişkiye girme durumunuz, asla aldatmak olarak adlandırılmamaktadır. ayrıca baştan belirtmeliyim ki, bu herhangi bir cinsiyete özgü değil, her cinsiyet için böyledir.

bu konuyu şimdi küçük bir örnekle irdeleyeceğim. örnek veriyorum, "kadın kişisi", cinsel hayatında, partneri olan kişiyi aslında ruhuyla seviyor, kalbiyle seviyor, fakat cinsel manada tatmin olamıyor. bu durumda her ne kadar ruhunu ve kalbini tatmin edebiliyor olsa da, aslında cinsel manada, cinsel dürtülerini tatmin edemiyor olacak, bu durumu "erkek kişisi" olarak da düşünebiliriz elbette. durum böyle olunca ne olacak peki, ister istemez, istem dışı aile içi ya da beraber yaşantı içerisinde birtakım problemler ortaya çıkabilecek. bunların önüne nasıl geçilebilir peki?

elbette ki kadın kişisi yahut erkek kişisinin, cinsel arzularını tatmin edebilecek yeni partner yahut partnerler edinmesi. bunun özellikle zihninizde altı çizili şekilde bulunmasını istiyorum:

 "C İ N S E L  A R Z U L A R I N I  T A T M İ N  E D E B İ L E C E K  Y E N İ  P A R T N E R."

şimdi düşünelim, ortada karşılıklı olarak bu duruma karşı bir saygı durumu var diye canlandıralım. gerek kadın kişisi, gerekse de erkek kişisi birbirlerinden bağımsız olarak yeni partnerler beraberinde cinsel arzularına ilişkin dürtülerini tatmin ediyorlar, peki bu ne sağlıyor, günlük hayatta birbirlerine karşı daha mutlu, huzurlu bir birliktelik. unutmamak gerekir ki, bunu tekrar tekrar bildirmek istiyorum, birinin sizi başka bir insanla cinsel dürtülerini besleyebilmek adına yaptığı eylemler asla aldatma olarak görülmemelidir. bu kadın için de erkek için de aynıdır. 

kalbe karşı, ruha karşı olan sevgi bambaşka bir durumdur elbette. bir insanla beraber mükemmel dakikalar geçirip, mükemmel bir sevgi, aşk hayatı ya da her ne olarak adlandırmak istiyorsanız, o şekilde adlandıracağınız biçimde, güzel zaman geçirebilirsiniz. benim burada bahsetmek istediğim durum şu: evlilik veya sevgili hayatı içerisinde kendinizi bir partnere sınırlamak bence insanın kendine karşı yaptığı büyük bir haksızlıktır.

durum en azından, yirmi ikinci yüzyılda bu şekilde. 

31 Ağustos 2021 Salı

hayattaki her şeyin geçiciliği üzerine


bugün burada, aslında hepimizin bildiği fakat zaman içerisinde birtakım yaşantıların bizlere unutturduğu durumu hatırlatma çabası içerisinde bulunacağım.

hayatta ölüm haricindeki her şey geçicidir diyebiliriz, hayattaki tek gerçek olan ölüm kavramı hayattaki birçok yaşantıyı sonlandırıyor, ki aslına bakılacak olursa, ölen kişi kendimiz olmadığımız sürece bunun da acısı geçicidir, 'bize uğramadığı sürece'.

neyden bahsediyorum, açıkça belirteyim. ben hayattaki çoğu durumda, bu durum kötü de olsa çok üzülmüyorum, iyi de olsa çok sevinmiyorum. peki bunu neden yapıyorum? tabii ki da hayattaki fiillerin, yaşantı biçimlerininin geçiciliğinden. elbette çok muazzam harika bir olay başıma gelebilir, belki bir anda dünyanın en zengin insanı olabilirim, ama bu yine bir anda dünyanın en yoksul insanlarından biri olmayacağım anlamına gelmiyor, ya da para elbette ki sonsuz değil ve her şey gibi onun da bir sonu var, bitecek. neden böylesi geçici bir şey için çokça mutlu olup, hatta mutluluktan delireyim ki? ben bunda bir anlam bulamıyorum. dünyadaki en harika evde de yaşasam, o evde aldığım hazların tadı daima anlık, küçük bir tat ve sonra yok olup gidiyor. veya diyelim ki çokça borç içerisindeyim, ama sonuç olarak ödeyebiliyorum ve biliyorum ki belli bir süre sonra bu borç bitecek. kendimi geçip bitecek bir yaşantı hali için neden çokça üzeyim? 

bakın bu kesinlikle anın tadını çıkarmamak değil. burada bahsetmek istediğim durum, ne çok fazla sevinip, ne çok fazla üzülmek. ya da gerçekleşmesini istediğim durumlar için de geçerli. velev ki çok zengin olmayı istedim, velev ki oldum. ne olacak ki yani, istediğim birçok şeyi aldım diyelim. peki artık almak istediğim bir şey kalmayınca ne olacak, hayattan aynı hazzı alabilecek miyim? 

çoğu zaman hayallerimize ulaşmak, bu çaba bizi canlı tutar. ama her şey çoğunlukla o hayal ettiğimiz şeye kavuşana dektir. bazen kavuştuğumuz hayal bizi pişman eder, bazen bunun için mi hayal kurdum deriz, bazen olmasaydı da olurmuş deriz. peki aslında bunu neden baştan söyleyemiyoruz ki. 

"ben zengin olmak isterim ama olmazsam da bir şey kaybetmem."

"dünyanın en iyi şiir kitabını yazmak isterim ama olmazsa da en azından çabalamış olurum" 

gibi cümleler kurmak sizce de daha güzel değil mi? 

bu hayattan tat almaya çalışalım, zaten aldığımız tatlar anlık, bu tadı alırken başka eylemlerle meşgul olmayalım, ya da alamasak da üzülmeyelim, çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi alacağımız tat, haz, zevk yalnızca anlık, belli süre içerisinde, geçici. 

ne gereğinden fazla mutlu ol, ne de gereğinden fazla üzül. çünkü bir durum ne kadar seni çokça mutlu eder, sevindirirse, ondan ayrılmak da o kadar zor, üzüntü dolu olur. tadı al, ama tadı alırken aldığın tadı abartma, lezzetine sahip olmaya çalış. o yokken de yaşamayı bil ki, o gittiğinde halen yaşamaya dair sebeplerin olsun.

mutlulukla, güzellikle kal.