son 30 günde en çok ne okundu?

21 Kasım 2023 Salı

gerçek anlamda kaç yaşında olduğumuzu açıklıyorum



bu yazım sonrası muhtemelen birçok insanın doğum günleri değişecek, eğer burada bahsedeceğim mantığa göre hareket edecek olursanız en azından, ki bence buradaki mantığa göre hareket edilmeli diye düşünüyorum. baştan da belirteyim bu arada, bu yazım çok da uzun olmayacak.

ben doğum sürecinin, dünyadaki ilk gözümüzü açtığımız andan itibaren değil de, anne karnında ilk oluştuğumuz andan itibaren başlaması gerektiğini düşünüyorum. zira anne karnında 8 ay - 9 ay yahut daha az yahut daha fazla bilemiyorum bir gelişim sürecimiz var öyle değil mi, yani netice olarak bir bebeğin bebek olabilmesi için bile bir süreç meydana geliyor. 8 ay ya da 9 ay gibi süreler hiç de az bir süre değil neticede. ben tam olarak doğum sürecinin bu sürecin ilk başlangıç anında meydana geldiğini düşünüyorum. yani rahme düştüğümüz an aslında bizim ilk oluşumumuzun başladığı an bu nedenle ilk doğum anımız bu, yani hepimiz şuan bulunduğumuz yaşa muhtemele bir 9 ay ekleyeceğiz, örneğin şuan bu yazıyı okuduğunuz an 24 yıl 3 ayı bitirdiyseniz, hazır olun, bugün sizin doğum gününüz, evet bugün 25 oldunuz. ki aslında 25 de değil, buna da açıklık getireceğim ve bir yaş daha büyüyeceksiniz.

bu hangi ülkelerde kabul edilen bir duru bilmiyorum ancak bana kalırsa geride bıraktığımız yaş değil de içinde bulunduğumuz yaşı söylememiz gerek. bunu hemen örneklendireceğim, örneğin 27 yılı geride bırakıp 28. yaşını yaşamakta olan biri ben 27 yaşındayım diyor. bu bana göre oldukça büyük bir mantık hatası, zira sen zaten 27 yılı geride bıraktın, 27 falan yok artık o bitti. sen şuan 28. yaşındasın, artık 28 demen gerekiyor. bu kadar basit bir mantığı var aslında bunun.

ve şöyle ki, yukarıda belirttiğim örnekten devam edeceğim şimdi, 24 yıl 3 ayı bitirdiyseniz dedim ya, şimdi normal şartlarda 24 yıl 3 ayı bitiren bir birey, ben 24 yaşındayım der. ama sana bir haberim var, sen şuan 25. yaşındasın ve anne karnındaki doğum sürecini hesaba katarsak, sen artık 26. yaşına girdin bile. bir anda ne kadar da hızlı büyüdün öyle değil mi?

bu düşünceye göre de ben her ne kadar toplum normlarına göre 26 yaşımda olsam da aslında 28'e girmek üzereyim. zaman ne kadar da hızlı akıyor. bir deneme yazma hızında hem de.

anlatmak istediğim tam olarak bundan ibaretti, artık gerçek yaşınızın farkındasınız, yeni yaşına girenlere mutlu yıllar dilerim. 


ülkemizdeki düğünlerin asıl amacına dairdir

 



merhaba değerli okuyan, yazımın başlığından konu içeriği net bir şekilde anlaşılıyordur, bu defa da değinmek istediğim konu, ülkemizdeki düğünler ve düğünlerin amacı.

sözlük.gov.tr ile baktığımızda karşımıza şöyle iki anlam çıkıyor.

1. isim Evlenme veya sünnet dolayısıyla yapılan tören, eğlence; toy (II), cemiyet:
      "Babam düğünün savaştan sonraya kalmasını uygun görmüş." - Aka Gündüz

2. isim, mecaz Bir olayı kutlamak için yapılan büyük eğlence veya tören.

ben burada özellikle ikinci anlamına değinmek istiyorum, "bir olayı kutlamak için yapılan büyük eğlence veya tören" anlamına.

biz buradaki "büyük eğlence" kısmını çok mu abartıyoruz acaba? ya da "büyük eğlence" kısmını yanlış mı anlamlandırıyoruz. 

toplum olarak ne yazık ki gerek düğünlerimizde gerek ise sosyal yaşantımızda gösteriş kültürü yahut gösteriş tüketimine çokça önem veriyoruz. artık hangisi doğru ise. bazılarımız kendisini kandırıyor, bazılarımız gerçek zenginliğini gösteriyor. kendisini kandıranlar bunu nasıl yapıyor, çokça krediler çekiyor, borçlanıyor ve bu borçlar neticesinde ortaya bir düğün meydana getiriyor, her şeyin harika ve her şeyin mükemmel olduğu bir düğün. sonrasında ise aylar boyu belki yıllar boyu o bir yahut birkaç gecelik eğlenceye dair borçları ödemeye dair çaba gösteriyorlar. bazıları bunun altından kalkamayıp sonucu intiharda buluyor, ki intihar konusuna da değinmek istiyorum fakat şuan değil.

sizce gerçekten bir ya da birkaç gecelik bir eğlence için böyle bir gösteriş satışına gerek var mı? evet, gösteriş satışı. acaba gösterişten ya da üzerimizdeki pahalı kıyafetlerden başka satabilecek bir şeye sahip mi değiliz, bize dair tek değerli şey üzerimizdeki pahalı kıyafetler mi?

ya da acaba gösteriş sattığımızda toplumdaki saygınlığımızın arttığı düşüncesinde miyiz? "öyle bir gösterişli düğün yapmalıyım ki, insanlar bir süre benden söz etmeliler." yani? velev ki ettiler, bunun senin insanlığına dair ne gibi bir katkısı var. 

neden insanlığımızın değerini arttırmak yerine üzerimizdeki kıyafetlerin değerini arttırmak için çabalıyoruz?

burada belirttiğim durum yanlış anlaşılmasın, elbette üzerimizdeki kıyafetlere de değer vermeli, bakımlı olmalı, kendimizi sevebilmeliyiz. ancak bunu gösteriş amacıyla yapmamamız gerek. 

benim düşüncemi soracak olursanız düğünü tamamen gereksiz buluyor ve düğüne verilebilecek bir para ile dünyaya dair daha faydalı ya da kendimize dair daha güzel şeylerde kullanabileceğimizi düşünüyorum. şimdi size bir haber sitesinde yer alan kısacık bir kısmı göstereceğim, şöyle ki;

2023 evlilik maliyeti; 

En düşük yaklaşık olarak 185 bin TL, ortalama olarak yaklaşık 275 bin TL'yi buluyor. 


sizce de korkunç bir miktar değil mi? en düşüğü dahi oldukça korkunç, ki emin değilim belki de en düşüğü şuan burada belirtilenden daha fazladır çünkü okuduğum haber bu yılın haziran ayına dair bir haberdi. aradan yaklaşık 6 aylık bir süre geçti neticede. 185 bin TL ile kendinize dair neler yapabilirsiniz söyleyeyim, örneğin seyahat etmeyi çokça seviyorsanız siz ve eşiniz birlikte birden fazla ülkeyi seyahat edebilirsiniz, en düşük olan maliyet 185 bin TL ile. ki eğer seyahat edeceğiniz ülke sayısını azaltırsanız, 185 bin TL'nin bir kısmı ile evinize gayet güzel mobilyalar ve beyaz eşyalar da alabilmeniz mümkün.

yani özetlemek gerekirse 185 bin TL çok daha mantıklı yer ve yerlerde kullanılabilir ama eminim ki toplumumuza dair yerleşik zihniyet değişmedikçe, insanlığa dair hiçbir anlamı olmayan gösteriş kültürü ve gösteriş satışı da varlığını sürdürmeye devam ettirecektir.

üzerimizdeki kıyafetlerin pahalı etiketleri ile değil de insanlığımızın değerini gösterebilmeyi amaç haline getirdiğimizde her şeyin çok daha güzel olacağına inanıyorum.

çok daha güzel günler görebilmek dileğiyle.

20 Kasım 2023 Pazartesi

alzheimer olsak da unutulmaması gerekenler listesi

 

bu arada şahsiyet ikinci fasıla başladı, duyanlar duymayanlara.


hiç ileride alzheimer olacakmışçasına kendinize unutmamanız gerekenlere dair liste yaptınız mı? isminiz, sevdiğiniz insan, sevdiğiniz insanlar gibi arttırılabilir, hiç düşündünüz mü buna dair.

ne bileyim çok güzel bir an yaşadınız diyelim, o anı hiç kaydetmeyi düşündünüz mü, kaydetmekten kastım örneğin sesli bir günlük gibi. telefonunuza öylece bir ses kaydı, gün sonu değerlendirmesi gibi. bu da aslına bakılacak olursa bambaşka bir hoş eylem, belki buna dair apayrı bir yazı da yazılabilir.

bence bazen insan düşünmeli buna dair, "alzheimer olsam dahi şunu hatırlamam ve beraberinde onu unutmamam gerekir" diyerek. bu listeyi aslında sadece alzheimer için değil, genel olarak mesela belli bir yaş aldıktan sonra geriye baktığınızda, geriyi düşündüğünüzde, şu gün yaşadığım olayı unutamıyorum dediğimiz şeylere dair bir liste olarak da düşünebiliriz.

yaşadıklarımızın bize kattığı mutluluktan aldığımız hazlara dair bir liste. 

benim açıkçası henüz yok öyle bir listem, sesli günlük olayını zaman zaman denedim. keyifli de geldi, fakat buna dair bir liste yapmadım. düşününce gerçekten de böyle bir listemiz olması keyifli olabilir, fotoğraf albümü mantığı ile de düşünebilirsiniz, bir defter ve o defterde isterseniz tarih sırasına göre isterseniz de yaşadığınız olayın, mutluluğun sizi etkileme sırasına göre bir liste. bunu günlük gibi düşünmeyin ama çünkü günlük dediğimiz mümkün oldukça günü gününe tutulan, hayatımıza dair bir özgeçmiş gibi düşünebiliriz. ama bu bahsettiğim liste yahut listeyi yapacağınız defter ise hayatınızdaki sayılı ve alzheimer olsanız dahi hatırlamak istediğiniz şeyleri içerecek.

hadi bunu biraz örneklendirelim, listenin hatrı sayılır yerlerinden birine.

"alzheimer olsam dahi, ... ... isimli kadını sevdiğimi, sevmekten mutluluk duyduğumu ve mümkün oldukça seveceğimi unutmayacağım." gibi bir liste içeriği mesela.

"ben bir şairim, dolu dolu şiirlerim var ve şiir yazmaktan haz alıyorum, bu adeta bana serotonin sağlıyor. şiir yazmayı unutmayacağım." gibi bir içerik.

sevdiğimiz insana, sevdiğiniz eylemlerimize, sevdiğimiz herhangi bir güne dair liste içerikleri oluşturmak bizim elimizde. ve tabii bu listeyi de mümkün oldukça unutmayacağımız bir yerde de barındırmamız gerekiyor.

alzheimer gerçekten dünya üzerindeki en önemli hastalıklardan biri diye düşünüyorum, zira bir an oluyor ve geçmişte ne kadar yaşıyorsan hastalığın boyutuna göre büyük bir kısmı yok olup gidebiliyor. acısı yahut tatlısıyla bir hayat yaşıyorsun fakat bütün hepsi bir anda kayboluyor.

bu sebeple bu denememi şu cümleyi yazarak bitirmek istiyorum.

anı en güzel yaşayanlar alzheimer hastalarıdır, zira onların andan başka hiçbir şeyleri yoktur.



14 Kasım 2023 Salı

yaşamak eyleminin çalışmak olmasının hüznüne dairdir



merhaba değerli okuyan. acaba hiç hayatta bir yıl içerisinde ne kadar çalıştığını düşündün mü, buna dair bir hesap yaptın mı? ortalama olarak bir hesap sadece. bana soracak olursan eğer henüz yapmadım fakat sadece yapmaya karar verdim, bir bakalım seninle istersen, bir yılımızın, daha doğrusu bir yaşımızın ne kadarlık kısmı çalışmak ve çalışmaya dair geçiyor.

başlangıçta bunu gün olarak ele alalım. bir günde mesela 8-5 saatleri arasında çalıştığınızı düşünün. işe yetişmek için diyelim ki 7'de kalkmanız yeterli oluyor. ekstra 1 saat iş yönünden gitti, şimdiden iş, hayatımızın 9 saatini götürdü. işten eve gitme süreci onun da 1 saat olduğunu varsayalım. oldu 10 saat. bu daha da büyük şehirlerde yaşamakta olan insanlar için belki de 12 saate kadar da çıkıyor olabilir, ki zaten mümkün oldukça düşük olan 8 saatlik çalışma sistemine göre ele aldım ve buna göre minimum işe dair günümüzün 10 saatinin gittiğini fark ettik. şimdi basit bir hesap yapalım. yılda 52 hafta var, ilk olarak güne ayıralım ardından yıllık izin sayımızı da çıkaracağım.

52*5'ten yani bu da tabii sadece hafta içi çalışanlar için olacak bir hesap. 260 gün yapar, hadi bu 260 günden 20 günü de çıkaralım yıllık izin 240 gün, bir yılımızın 3'te ikisi gitti çalışmak ile. saat hesabı da yapacağım elbette. 

biz insanlara bir yılda verilen saat süresi 365*24'ten 8760 saat yapar. bu 1 yılda yaşamamıza dair bir süre. bir yılda çalışacağımız gün sayısı da 240'tı. 240*24  de 5760 yapar.

eğer günde 8 saat çalışıyorsak, zorunlu olarak mesailere kalmıyorsak, bazı bazı hafta sonları işe gitme zorunluluğumuz olmuyorsa ve 20 günlük yıllık iznin hepsinin kullanmamıza izin verirler ise hayatımızda bize, kendimize 1 yılda kalan saat sayısı 3000.  işimize bıraktığımız süre ise 5760 saat. şimdi diyecek olabilirsiniz yıl içinde zaman zaman resmi tatiller de oluyor, bayramlar vs. evet oluyor, fakat buradaki amacım yalnızca ortalama bir hesap, ama genel olarak kesine yakın bir sonuç.

günümüzün hemen hemen yarısı, yılımızın üçte ikisi çalışmaya dair geçiyor. durum böyleyken, sizce bu yaşadığımız şeye yaşamak mı demek doğru yoksa çalışmak mı? ya da yaşamak başlı başına bir çalışmak mı acaba.

yani acaba yaşamanın insan üzerindeki asıl gayesi çalışmak mı? biz insanlığın varoluş amacı bir şeyler öğrenmek, kendimizi geliştirmek, kendimizi eğiterek yaşlandırmak değil de, kendimizi çalıştırarak yaşlandırmaktan mı ibaret?

buradaki bahsettiğim yaşlandırmak sözcüğüne de değinmek istiyorum. ilk olarak bahsettiğim, "kendimizi eğiterek yaşlandırma" cümlesindeki yaşlandırma sözcüğünden maksadım, yaş alarak gelişmek anlamındaydı. "kendimizi çalıştırarak yaşlandırmak" cümlesindeki yaşlandırma sözcüğün kastım ise genel olarak "yaşlı" insanlara verilen yaşlandırma anlamında. yani birinde kendimizi geliştirip yaş alırken aslında yaşama dair farkındalık hissine kavuşurken, diğerinde ise çalışılan işe göre yer yer zihin yer yer bedenimiz yaşlanmış hale geliyor.

peki aksi kesin olarak açıklanmadığı sürece, ki buna da değinmek istiyorum mutlaka denemelerimden birinde, reenkarnasyon gibi bir olgunun kesinliği kabul edilmedikçe hepimiz, tüm insanlık, tek bir hayat yaşayacak ise bu hayatta hepimiz nasıl oluyor da çoğunlukla "kendimizi çalıştırarak yaşlandırma" yolunu öylece kabul edebiliyoruz?

düşününce gerçekten oldukça kötü geliyor değil mi, bir yandan öğrenilmesi, görülmesi gereken olgular varken, çeşitli duyu organlarımız ile tatmamız gereken birbirinden farklı hazlar var iken, bizler hayatımızı çalıştırarak yaşlandırmaya çoğunlukla mecbur bırakılan bir hayatı yaşıyoruz. sebebi çoğunlukla mecburiyet, bazen de seçimlerimiz oluyor. bazen önümüzde farklı fırsatlar var iken erken yaşta iş hayatına atılıyor ve fırsatları es geçiyoruz. evet erken iş hayatına atılmanın da avantajları olabilir ancak bana göre bu, kendimizi çalıştırarak yaşlandırıyor olacağımız gerçeğini değiştirmiyor.

hayatın anlamının ve hayatın bir insan üzerindeki gayesinin her ne kadar çalışmaktan ibaret görmesem de, hayattaki koşullar bazen bizi buna sürüklüyor. asıl amaç bana kalırsa dünyayı, yaşamı, her şeyden ziyade de kendimizi keşfedebilmek, kendimizin farkına varabilmek olmalıyken, bazılarımız değil yaşadığı dünyayı, kendini dahi gerçek manada tanıyamadan yer yer tanımlayamadan hayatını bu çalışmak ızdırabına bırakıyor. evet çalışmak ızdırabı.

bizlere daya iyi bir hayat sağlaması amacıyla mecburi olarak saatimizi verdiğimiz, ki bu en az 8 saaatlik işte dahi düşündüğümüzde yukarıda belirttiğim üzere günümüzün hemen hemen yarısını alıyor, bir yılımızda bize verilen saatin 3'te ikisini alıyor ve bir yılımızın gün hesabıyla da yine 3'te ikisini bizden alıp öylece götürüyor. dünyadaki asıl maksat çalışmak olmamalıydı diye düşünüyorum değerli okuyan, en azından bu kadar olmamalıydı diye düşünüyorum.

keşfetmeye, bilmeye, anlamaya, anlamlandırmaya ve öğrenmeye dair bir hayat yaşamak olmalıydı asıl gayemiz.

daha kaliteli yaşam sürebileceğimiz zaman dilimine kavuşabilmek dileğiyle.