son 30 günde en çok ne okundu?

23 Ekim 2018 Salı

beğeni algımızın kalitesini nasıl anlayabiliriz?

bu küçük makalemde amacım, beğeni algımızın neye dayandığını ve kalitesini nasıl ortaya çıkarmakla ilgili olacak, küçük bir deney mahiyetinde de düşünebiliriz.

beğeni algımızın seviyesindeki kalite eksikliğini, belki teknolojinin aşırı gelişip bir şeyleri önümüze sermesine bağlayabiliriz, ama belirleyici bir etken olamaz. teknolojinin aşırı gelişmişliğini kötü hale getiren yine bizleriz maalesef.

evet, teknoloji bir şeyleri önümüze çok daha rahat şekilde getiriyor, fakat bunu yeterli bulup önümüzde gelenle yetinmek, önümüze geleni güzel görüp geçmek gibi bir hata yapıyoruz, bunu daha açıklayıcı biçimde şöyle anlatacağım.

insanlar genel olarak bir şey kaliteli olsun veya olmasın ona bakmaksızın, o şeyin popüleritesine bakıyor. eğer bir şey çok fazla beğeniler, kalpler vs almışsa, o şeyi dünyanın en kaliteli eseri gibi görebilyoruz.

bu küçük bir söz, bir kıta şiir veya çok popüler dizideki replik de olabilir...

bunlar elbette güzel olabilir, ama dediğim üzere bunlar popüleritenin seçip önümüzde bıraktığı şeyler, yani genelleme mevcut. bir genel ortalama olarak birkaç film beğeniyor, her sene ısıtılıp ısıtılıp o önümüze geliyor?

peki nerede araştırma? hani teknoloji elimizdeydi, bilgiye çok daha rahat ulaşabiliyorduk, öyle değil mi?

araştırma yapılmıyorum efendim...

maalesef ki bir şeyin popüleritesine bakılıp geçiliyor insanlar bir şey popüler değilse, bu bir müzik, bir film veya bir kitap olabilir, popüler değilse, kesinlikle hiç bilgisi olmadan bile eleştirebiliyor.

size önerim şudur ki; araştırın efendiler.

araştırın ve gerçek kaliteyi görün. emin olun ülkemizde halen bilmediğimiz nice kaliteli eser var raflardan hiç kaldırılıp bakılmayan, neden? Çünkü popüler değil...

nice film var kalite dolu çoğu kitlenin maalesef ki bilmediği, sırf popüler değil diye.

bir yerlerde nice sokak sanatçıları var ellerinden güzel eserler çıkartan... bunların hemen hemen hepsinin arasınca neler neler var insanlığa kalite sunan, yalnızca bir yerlerde bir şekilde sanatlarını sergiliyorlar, bizler de popülerite kitlesiyle, aslında bazen hiç anlamadığımız filmleri bile "popüler" adı altında bilip ne hoş yorumlar yapıyoruz, öve öve bitiremiyoruz...

biraz gerçekçi olup kendi bakış açımızla eserlere bakarsak, bu ülkedeki kaliteli sanat eserlerini de çok rahat bir biçmde görebileceğiz.

popüleriteyi değil, kaliteyi bulmanız dileğiyle...

25 Ağustos 2018 Cumartesi

karar vermek zor mu?


karar vermek zor mu sizce?

Yoksa onu zorlaştıran yalnızca biz miyiz?


Bence hiç de zor değil...


Örneğimi de yukarıya bıraktığıma göre şimdi güzelce başlayabilirim konuma. Bir konuda karar vermek bana kalırsa o konuya baktığınız hale göre değişir. Yukarıdaki örneği görüyorsunuz değil mi? En üstteki oldukça büyük, gözümüzü hatta hafif de olsa yorar derecede. Onun bir aşağısındaki de bazılarımızın yakınlaşmadan okuyamayacağı türden. Ama bir de onun altındakine bakalım. Gayet ideal değil mi? Okunabilecek türden. Hayatta karar verme kısmında da aynen böyle kalıyoruz.

Biz bir şeyleri çok büyüterek ya da çok küçük görerek yapıyoruz hatayı. Ama aslında bir şeyleri ortalama konuma yerleştirsek, yani vereceğimiz kararın veya kararların sonucunu hayatın sonu olarak görmesek gayet de güzel bir şekilde karar verebileceğiz.

Karar verme kısmında bizi en büyük yanıltan şey zaten stres olgusu oluyor. O stres içerisinde beynimizin o kararı onaylayan kısmında bir şeyler zorlanıyor. Ben şimdi size bilimsel açıdan konuşamam burada ama tam olarak bu oluyor. Biz beyni yoruyoruz, o da orada karar verirken zorlanıyor. Hatta bazen yanlış kararlar veriyor stres altında.

Açıkçası strese girmesek, bunu hayatın normal akışındaki gibi görsek, sakinlik içerisinde gerekli olan kararı verebileceğiz zaten. Bizim burada yapıyor olduğumuz hata strese girmek, strese girdik mi işin akışını bozarız arkadaşlar, işte biz oraya hiç girmeyeceğiz. Oraya girmemek için de sakin kalmaya çalışacağız yalnızca. Bunu hayatımızın her anında yaşayabilmek elbette çok zor, çünkü insanların bulunduğu konumdaki karar verme kısmı elbette farklı. Kimimiz bu konuda daha rahat kimimiz de zordadır. Özellikle zorda olanlar, bir konu hakkında tek karar verecek olanlardır. Karar verme olgusu tek bir kişiden olursa yanılma payı yüksek olurken, birden fazla insana(yalnız bu insanlar gerçekten makul kişiler olacak, o konuda bilgi sahibi olacak) danışarak karar vermeye çalışırsak çok daha mantıklı sonuçlar alırız.

Burada yanlış anlaşılma olmasın ben insanların kararına göre bir şeyler yapın demiyorum, insanlara danışın, onları DEĞERLENDİRİN.

Değerlendirme kısmı önemli, siz onu direk alırsanız onun kopyası gibi yaşarsınız yalnızca, ama diyelim ki 10 farklı insandan bir konuda düşünce aldık ve 10 düşüncenin ortalaması ile belli bir konuya varırsak o zaman tamam. Bakın işte bu en sağlıklısı olacaktır. Danıştığınız kişi sayısınca bilgi seviyeniz yükselir, bunu unutmayın. Özellikle bir işte hep farklı yolları deneyen insanlara danışın. Ben şimdi bunu bir örnekle de açıklayacağım.

Örneğin öğrenciler için tercih süreci.

Bu oldukça normal bir süreç, normalden kastım olağan. Bu başımıza gelecek bir durum. Burada önemli olan çevremizde düşüncelerine güvendiğimiz insanların tercihlerinden memnun kalan insanların görüşlerini almak. Bir işte başıboş bir biçimde yalnızca kendi kararımıza göre hareket edersek yanılma payı yüksek olur. Ama çok iyi sonuçlar alır mıyız elbette alırız ama bu da bir ihtimal tabii. Benim amacım burada ihtimalleri kaldırıp kesin sonuçlar alabilmek.

Kimse sonuç olarak tek başına aldığı düşünceyi "ben kimseden etkilenmeyerek bu düşünceye vardım." diyemez, diyeceğini de sanmıyorum. Çünkü biz insanlar genel olarak hayatımzın bir yerinde olaylardan ve kişilerden etkileniriz, her ne kadar fark etmesek de. Aslında etkilenmemiz sonucu kararlarımız oluşur zaten. Elbette ki farklılıklara göz atabilmemiz, bunları görebilmemiz, anlayabilmemiz gerek. Farklılıklar içinde alınır en güzel ve en kaliteli sonuçlar bunu unutmamamız gerek.

Karar sürecini adım adım anlatmak gerekirse şöyle başlayalım:

1- Karşılaştığımız durumları çok büyük veya küçük görmek yerine gerçekten bulunduğu konumda, ona olduğu gibi değer vermek.

2- Düşüncelerine önem verdiğimiz insanlara danışmak.

3- Aldığımız düşünceleri değerlendirmek.

4- Bu veriler sonrasında "KENDİMİZE" mantıklı geldiği şekilde, sakinlik içerisinde karar verebilmek.

24 Ağustos 2018 Cuma

aforizmalarım -1


1.

Bir insanın yaşayış halini kısıtlamak o insana yapılabilecek en büyük zarardır. Ve insan kendi içgüdüleri ile beraber dürtülerinin oluştuğu bütünlükle yapamadığı eylemlere nazaran daha büyük fiiliyatlara kendini yönlendirerek toplum açısından büyükçe bir zarara sebebiyet halinde bulunacağı kaçınılmaz bir olay olacaktır.



2.

Konunun aslına bakılacak olursa gerizekalılık bir zeka eylemi olarak görünebilir. Şöyle ki, bu insanlar hayatta kendilerine kalan ve kalacak olan iş yükünü aza indirebilmek, yaptıkları eylemlerin zararından kendilerinin sorumlu tutulmaması adına gerizekalılık adı verilen bir hakaret adı altındaki bu yakıştırmaya sahip  olabilmek için ellerinden gelen çabayı son noktasına kadar götürerek bu eylemleri sonrasında gerizekalılık hareketlerini üzerlerine yapıştırırlar ve bu şekilde hayatlarına devam ederler. Gerizekalılık bu çabaların nihayet vermesiyle hakaret anlamına değil de bu kişiler için kalıcı bir sıfat haline dönüşür.


3.

Mesela galata kulesinin temizliğini yapan/yapanlar da muhtemelen galatadan nefret ediyor. Bir yerde ne amaçla bulunduğun o yere karşı hislerini değiştirmeye neden olur. Aynı kişi zenginlik kavramı altında galataya yurt içinden/dışından gelmiş olsa ona hayranlık duyan insanlardan yalnızca biri olacaktı o kadar. Yalnız kavram işini her ne olursa olsun seven kişilerde farklılık gösterecektir.



4.

Kalitenin asıl olayı şudur; bir nesne kaliteli ise onu içerikleri belirler. Topluluk tarafından "kaliteli" damgasını yemesi onu kaliteli yapmadığı gibi herhangi bir kişinin o nesneye "bu ürün kalitelidir" demesi de o nesneyi kaliteli yapmaz. İçeriklerinin kaliteli olduğunu anlamamızın yolu ise o içerikleri çözümleyen bir uzman tarafından yorum/eleştir alabilmektir. Ürünün kalitesini ancak o zaman çözümlememiz mümkün olacaktır.


5.

Bundan yıllar sonra değil aylar sonra veya şuan bile kitap okuyan insanlar bize nesli tükenmekte olan canlıyı anımsatacak. Öyle ki bu tür insanlar gördükçe bunu takdir edip dünyanın en zor olaylar eylemlerinden birini gerçekleştirdiğini kendisine ve kendimize inandırmaya çalışacağız. Kitap okuyan bir insan için buna inanmak gökyüzündeki yıldız sayısınca komik olsa da diğer insan/insanlar için buna inanmak oldukça kolay olacaktır. Yakında televizyonlarımızda duyulacak sözcüklerden biri şu olabilir: 

"Evet şurada kitap okumakta olan bir insan görüyorsunuz. Ne kadar ilginç değil mi?"

23 Ağustos 2018 Perşembe

KALİTE ne değildir?

KALİTE

kalitenin neyi temsil ettiğine dair örnek ve örneklerle tanımlar sunacağım size. bu sayede de KALİTE'nin ne olmadığını da anlamış olacağız.

"Bir ürünün, ünlü bir şahsiyet üzerinde bulunması, o ürünün kaliteli olduğunu göstermez."


Günümüzde gerek tv gerek internet sektöründe görürüz ki, birden fazla ürünü sergilemek için birden fazla aktör veya aktristi reklamlarında manken olarak sergileyerek o ürünü cezbettirmeye çalışmakta olan birden fazla giyim markası var. Bunlardan kaliteli olanı yok mu? Elbette var, ama kalite genel anlamıyla gereğinden fazla reklama ihtiyaç duyan bir şey değildir. Gereğinden fazla reklama ihtiyaç duyuyorsa muhtemelen lanse ettiği ürün elinde kalmıştır ve satamıyordur, biraz basit düşünmek gerek güzel okuyucu.

"Bir ürünün, birden fazla insanda bulunması o ürünün kaliteli olduğunu göstermez."


Yolda yürürken görürüz, birçok defasında karşılaşmışızdır, günümüz toplumunda insanlar hemen hemen devamlı birbirinin benzeri kıyafetleri giymekte. Peki neden? Çünkü genel olarak insanlar kendi düşüncelerini, kendi zevklerini sergilemekte oldukça üşengeç. Biri veya birkaç kişi kendine uygun birkaç stil belirler ve toplumun diğer üyeleri de buna uyar. Hayır güzel okuyucum sen hariçsin, çünkü sen bu yazıyı okuduğuna göre oldukça bilinçlisindir zaten. Bilinçli olmayı da açıklayayım, bilinçli olmayanlar için.

Aynı konu üzerinden gideceğim tabii ki.

Nedir bilinçli olmak, zevklerini saklamamaktkır, zevkinizi saklama güzel okuyucum. Sen çok farklı renkteki tişörtleri veya insanların hiç beğenmeyeceği bir zevke sahip olabilirsin. Bu gayet normal bir durum. Olması gereken bu zaten değil mi? Sizce de tüm insanlığın hemen hemen aynı zevklere sahip olması çok mantıklı mı? Elbette ki değil. Her insanın zevki birbirinden farklıdır.

Biz genel olarak farklılıklarımızla aydınlanırız. Herkesin siyah giyindiği bir ortamda siyah giyinirsen diğerlerinden hiçbir farkın kalmaz. Beyaz giyinmeyi dene mesela. Veya pembe, giy bir şeyler. Ama bir fark oluştur, kendi düşüncelerini kendi fikirlerini ortaya koy. Kalitenin ne olduğunu unutma. Kalite bu ikisi değildi mesela, evet biz bunun kaliteli olmadığını anladık buraya kadar.

Peki nedir kalite?

Size ilk olarak bunun ortalama tanımını yapacağım.

"Bir ürünün yapım aşamasındaki kullanılan malzemeleri iyi tanıyan profesyonel şahıslar tarafından yapılan ortalama değerlendirme sonucu ortaya konan bir puanlama düzeyi."


İşte tam olarak bu düzeydir kalite. Kalite seviyesi düşük veya yüksek. Ama kalite budur yalnızca. Ortada gerçekten o ürünü anlayabilecek biri olması gerek. Bir ürünün bir tarafı yırtık veya farklı hallerde olabilir. Ama o ürün kaliteliyse kalitelidir. Birden fazla kişinin kalitesiz demesi onu kalitesiz hale getirmez. Onun kalitesini ortaya koyabilmek ve değerlendirme yapabilmek için yalnızca o üründen anlayabilen kişi veya kişilerin toplanması gerekir.

Diğer insanların yaptığı yalnızca yorumdur. Ve yorum dediğimz şey yalnızca o ürünün hangi kitlece sevilip sevilmediğini ortaya koyar. Bu yalnızca o ürünün beğeni seviyesini ortaya çıkarır. Yorum ve değerlendirme farklı şeylerdir bu yüzden.

Değerlendirmeyi uzman kişiler yaparken, yorumlamayı sıradan insanlar da yapabilir.

Sağlıkla, güzel ve mutlu kal güzel okuyucum.


10 Ağustos 2018 Cuma

bu yazı ÇOK güzel

bu yazı,

bir şeylerin gerçekten farkına varmak isteyenlere, mutluluğu erteleyen insanlara tarafımdan, tam şu sıralar yazılıyor, ancak yazmaya başlayabildim...

"küçük çocuklar büyümeyi, gençler kendilerinden daha büyük görünmeyi, yaşlılar ise devamlı genç hatta çocuk kalmayı istiyor. bu insanların çoğunluğuna sorabilirsiniz, gerçekten öyle. kimse kendisi olmak istemiyor genelde, herkes bir üst seviyeyi istiyor."

peki neden?

neden çocukluğu zamanında yaşamıyoruz da yaşlanmış zamanlarımızda bunu istiyoruz?

neden gençliğimizi yaşamayıp kendimizi olduğumuzdan daha büyük gösteremeye çalışmak için derin çabalar içerisine giriyoruz?

cevabı basit açıkçası, "elde etme hissi" var çünkü, "durumun içinde bulunmayı arzulama hali" var. şu iki kavramı size açıklamak istiyorum. fazla uzun olmayacak merak etmeyin. kısacık.

elde etme hissi şu ki, bu his dolayısıyla elimizde olmayan şeyleri devamlı merak ediyoruz, onu elde etme hissi giriyor. bunun hemen öncesinde de tabii şu devreye giriyor durumun içinde bulunmayı arzulama hali, bunlar aşama aşama güzel insan.

önce zihnine bir elde etme hissi düşüyor, ardındna o durumun içinde bulunmayı arzulama halin. çocuk kısıtlı ortamından kurtulabilmek için genç ve rahat olabilmeyi diliyor. bunu inanılmaz bir özgürlük hali olarak gördüğü için. genç olan kişi de devamlı daha büyük görünmeyi arzuluyor genel olarak, genç kızlarda çok makyaj isteği veya genç erkeklerde de devamlı takım elbise giyme isteği mesela. bunları giyince kendini olduğunda daha büyük göstereceğini düşünüyor çünkü. gençlik denilen şeyi pek yaşayamıyor bu sebeple. peki ya yaşlılar? genel olarak her şeyi yaşayan insan tipi, her şeyi gören, yani en azından kendi yaşam alanına göre, kendi hayatına göre her şeyi gören insan tipi. Onlara sorarsanız onlar ise çocuk kalmayı istiyor, hatta bazı yaşlılar çocukluktaki davranışlarına bile sanki o yaşlarda gibi devam etmeye çalışır.

peki doğru olan hangisi?

bunlardan hangisi en mantıklı olanı yapıyor? mantık burada bize doğru cevabı sunuyor mu? bana soracak olursanız buradaki doğru olan şey bu seçeneklerden biri değil. bulunduğunuz durumun haline göre yaşamayı bilmek, eğer bilemezseniz hiçbir şeyi zamanında yaşayamazsınız çünkü. çocukken ne kadar genç gibi davranmaya çalışırsanız çalışın, çocuksunuzdur, yalnızca çocukluğunuzu yaşamamış olursunuz, bu da pozitif değil aksine negatif bir etki olur.

genç olan birisi için de aynı şekilde hemen daha da büyük görünme isteği, yaşıtlarına göre daha da ciddi davranma arzusu. bu düşünceler sizce de makul mu? genç olan şahsın gençliği yaşamasından daha mükemmel ne var ki? önceden istediği bu değil mi? genç olmak. ne değişti peki. değişen şeyi açıklayayım sana güzel insan.

elde etti çünkü, bir şeyler elde edene kadar güzeldir, elde edene kadar arzulanır. bu genel olarak hemen hemen her insanda böyledir, bu yüzden şu hep aklınızda bulunsun. ya hiç elde etmemiş gibi yaşayın hayatınızı ya da elde ettiğinizi doğru şekilde kullanın. aksi olursa pek çekilebilir bir yaşamak olmuyor bu hayat denilen yer.

"YA HİÇ ELDE ETMEMİŞ GİBİ YAŞA,

YA DA ELDE ETTİĞİNİ DOĞRU ŞEKİLDE KULLAN."


şu iki cümleyi unutma olur mu...

8 Ağustos 2018 Çarşamba

ÖLÜMLÜ DÜNYA ülkemiz film kalitesine FAZLA



filmle ilgili dilimize maalesef ki gayrıresmi geçen "spoiler" sözcüğünün bana göre karşılığı olan "tat kaçıracak, keyfini bozacak" şekilde bir ayrıntıya yer vermeyeceğim.

zamanında bu filmin youtube fragmanının altına bir yorumda belirtmiştim, onu alıntılayarak tekrar etmek istiyorum.



"Fragman üzerine, Ali Atay'ın olması genelde insanlar üzerinden etki oluşumu sağlamış. Fakat burada açıkçası önemli olan kısımlardan biri, gerçekten hoş bir ekip olması. Bazı dizilerden kısmen gördüğümüz, arada BKM'nin eski filmlerinde yer alan şahıslar mevcut. Doğu Demirkol keza, yeni yeteneklerden, sırf bu sebeple bile iyi olacağını düşünüyorum. Artı olarak neden bilmiyorum ciddi bir Quentin Tarantino havası aldım filmde. Ali Atay'ın yanılmıyorsam ilk yönetmenlik tecrübesi olmayacak, bu sebeple kaliteli bir yapım olacağını düşünüyorum. Fragmanda da zaten o havayı veriyor. Merakla bekliyorum efendim."


evet, beklentimi karşıladı, fazlasıyla. bu yorumun üzerine arttırıyorum hatta. Ciddi anlamda bir Quentin Tarantino havası var evet, bana onu yansıttı, bazı sahnelerin sessizliği, bir anda hiç beklenmedik şekilde olan olaylar vs.


Mesela her karakterin kendine ait bir yansıttığı hava var. Çoğu filmde genelde yan karakterlere pek söz bile verilmezken, bu filmde yan karakterler oldukça katkı sağlamış, rezervuar köpekleri filmindeki o ekibin havasını aldım. tabi bunlar daha çok, "anadolu" havasında, bize has yani. daha çok ailevi bir hava.


ailevi derken yanlış anlamamak gerek, bu ailede bazı bazı yerlerde küfürler oluşabiliyor. ki bu da bana kalırsa doğallığı yansıtan en önemli etken, e tabii aile ile izlenebilecek tarzda bir film olduğunu düşünmüyorum bu sebeple. malum genel olarak aile geleneklerimizde öpüşme sahnesi çıktığında kanal değiştirilip, defalarca kez insanların öldüğü sahneler sonuna kadar izlenir.


bu filmle ilgli pek keyif bozacak bir anektot değil, fragmanda da görüldüğü üzere, evet bu filmde insan öldürülüyor gayet. ama bu farklı bir dille anlatılıyor. elbette çocuklara tavsiye etmem bu yüzden, adam öldürmenin komedisi bile olsa bunu kesinlikle gözler önüne sermek istemem. o yüzden doğruyu yanlışı ayırt edebiliyorsanız, işin "komedisini" kavrayabilecek yaşta görüyorsanız kendinizi izlemenizi öneririm.


ben gayet keyif aldım izlerken, mesela filmde en beğendiğim karakter alper kul ile beraber feyyaz yiğit oldu, ki çok aşırı film beğenmeyen ve izlemeyen biri olarak feyyaz yiğit karakterini maalesef ki henzü fark ettim. ve oldukça beğendim, filmin komedi mantığına oldukça uygun bir karakter olmuş. ahmet mümtaz taylan her zamanki gibi bir aile babası havasnda, bu "şahsiyet" hangi filmde bulunursa bulunsun genel olarak aile babası, imkanı yok yani. bu role bürünüyor sanırım istemsiz şekilde.


alper kul'u da genelde çok izleyen biri olmasam da bu filmde tam olarak bir "büyük abi" havasında, devamlı bir şeyleri düzeltmeye çalışan, adaleti sağlamaya çalışan bir abi halini taşıyor üzerinde bu sebeple ciddi anlamda beğendim.


doğu demirkol da gayet güzel bir seçim olmuş, bana göre samimiyet tam olarak bu adamı tanımlıyor, ben bu adamda samimiyeti görebilyorum sonuna kadar, filmdeki hemen hemen her sahnesinde de bu samimiyeti veriyor izleyene.


diğer oyuncuları çok fazla konuşmayacağım, ben filmi genel anlamda beğendim. küfür var mı var, bu gayet normal arkadaşlar, hayatın içinde olan bir durum. filmi olumsuz anlamda eleştirebiliriz anlamına gelmiyor, aksine doğallığını ortaya koyuyor. küfür var, ama bir o kadar da yerinde hoş espriler var. alper kul var, doğu demirkol var, ahmet mümtaz taylan var, feyyaz yiğit var bakın mesela. bu karakteri dediğim gibi özellikle izlemelisiniz. çok çok beğendim.


izleyin, ülke kalitesinin üzerine çıkmış...

17 Haziran 2018 Pazar

insanlığa doğru ilerlerken, yürümeyi bilmenin önemi

"günümüzde insanlığın büyük bir kısmı, yolda yürümeyi bilmeyen insanlardan dolayı, hayatının yarısını yolda geçiriyor."

diye bir bilimsel veri sunamam size, yalnız ciddi anlamda bundan eminim ki, insanlığın büyük bir kısmı gerçekten yolda yürümeyen insanlardan dolayı zaman kaybediyor. Belki küçük belki büyük, ama bu sonuç olarak her gün artıyor.

yolda nasıl yürünmeyeceğine dair örnek vermek istiyorum. İnsanlık adına, çünkü şahsen bunun dersi bildiğim eğitim sisteminde yok.

- mesela hani 7-8 kişisiniz ya yolda. aynı sırada birden 7-8 kişi sıralanmak yerine grup halinde önden arkaya doğru sıralansanız, hem bir yeri basmaya gider gibi görünmezsiniz, hem de diğer insanlar da sizin arkanızdan hakaretlerde bulunmamış olur.

- sonrasında yolda bir yakınınızı gördüğünüzde lütfen yolu kapatmadan köşeye bir yere çekilerek sohbetinize devam edin, o an gerçekten çok acil bir işi olan olabilir, lütfen birazcık düşünerek hareket edin.

- yolda yürüdüğünüz sırada eğer çok gerekliyse de telefonunuza bakmanız, bir yandan da önünüze bakmanız sizin göreviniz. o an için hem bir direğe çarpabilirsiniz, hem de karşıdaki insana, hatta yol çalışması varsa daha kötü şeyler de olabilir...


2 Haziran 2018 Cumartesi

sanat nedir, nasıl yapılır ve birkaç sanat önerileri

eğer aradaki iki şiirimi saymazsak, ki şiirin kategorisini ayrı gördüğümden ben saymamayı tercih ediyorum, 3 ağustos 2017 tarihinden sonraki ilk yazım olacak.

sanat nedir sorusunun cevabını ben vermeyeceğim, nasıl yapılır sorusunun cevabını da aynı zamanda ben vermeyeceğim. fakat birkaç önerdiğim sanat önerileri ile sizlere bunları sunmak istiyorum.

tdk böyle diyor mesela;
"Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım"

buradan da anlıyoruz ki, sanat belli bir uygarlığa ve topluluğa hitap ediyor, sizce doğru mu? hadi biraz bu anlama değinelim. 

belli bir uygarlık veya topluluk, peki bunu belli bir uygarlık veya toplum yerine belli bir düşünce yapısı olarak değiştirsek nasıl olur? ki doğrusu da bu olmaz mı? bunu anlamak açıkçası çok kolay youtube'a girin. herhangi bir video açın, sanatsal bir video. yorumlardan anlayacaksınız. bir kısım bunun sanat olmadığını söylüyor, diğer kısım ise gerçek sanatın bu olduğunu savunuyor. madem sanat aslında kişiden kişiye göre değişiklik gösteriyor, peki o zaman sadece düşünceden mi ibaret?

aslında sanat, kişiye hitap ediyor diyelim. yani; ben tiyatroya gitmekten zevk alırım fakat sen almayabilirsin öyle değil mi? sana göre sanat bile değildir hatta, bu senin görüşün evet. ama onlara hakaret edemezsin, bu işin ayrı boyutu. onlar orada görevini icra eden kişiler. onlar orada kendilerinin belirttiği şekilde "sanat yapmak" için bulunuyorlar. 

belli bir gruba ayırmak gerekirse, bir şehirdeki tiyatrocular yaptıklarına sanat, tiyatroyu sevmeyenler sanat olmadığını vurguluyor ve sevenler ise bunu yüceltiyor. işi yapanlarla beraber 2-1 olduğunu göre bunun sanat olduğunu söylemek mi gerek?

ilk insandan beri bu tür şeylerle uğraşılıyordu, fakat onlar buna sanat demiyorlardı pek. taşları yonttular kimi tabak yaptı, kimi kaşık, kimi bir tekerlek, kimi heykel. kaşık ve tabak yemek yemeye yarayan bir araç oldu. tekerlek ulaşımı sağlıyor. heykel? ona da sanat dendi işte. ama o zamanlar buna isim bulunamamıştı işte, sonraları bunun sanat olduğu vurgulandı. hayal gücünden çıktığı ileri sürüldü. bana kalırsa hepsi sanat? onlar da bunu hayal gücüyle yaptı değil mi?

heykeli yapan kişi de belki tabağın veya kaşığın sanat olmadığını savunmuştu, ki muhtemelen öyle olmuştur diye düşünüyorum...

evet biraz uzaklara gittik, hatta çok çok uzaklara, bunun farkındayım elbette. sadece sanat ile ilgili küçük bir görüş sunmak istedim. buraya kadar eğer dediklerimi toparlarsak, sanatın belli bir uygarlıkla ilgili değil de belli bir düşünce yapısı ile ilgili olduğu düşüncesine geldik. düşünceler her zaman farklıdır sonuçta değil mi?

şimdi tdk'nın bir diğer tanımı;
 "Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık"

ah, ne kadar hoş değil mi. "üstün yaratıcılık". bu tanımı gerçekten sevdim. sanat olması için, burada bize sunulana göre şunlar gerekiyor; "duygu, tasarı, güzellik" ve daha birçok şey...

bunun temelinde de güzellik konulmuş. peki güzellik nedir mesela, her sanat güzel midir? kanlı bir sanat olamaz mı? quentin tarantino ile ilgili yazımı okuduysanız ve ek olarak onun filmlerini izlediyseniz göreceksiniz ki, kanlar içinde bir film var. gerçekten öyle. ama bu filmin veya oradaki sanatın kötü olduğu anlamına gelmiyor. aksine bu adam her filminde hemen hemen birden fazla ödül alıyor. kanlı bir sanat, demek kanın içinde de güzelliği sunabiliyoruz.

sanat nedir sorusuna birden fazla cevap verebiliriz açıkçası, çünkü gerçekten sınırları çok geniş, hatta bir sınır koymak bile yanlış olur. bir ayakkabı tamircisinin yaptığı şeye kadar her şey sanattır, benim bakış açımda bu böyledir, çünkü o orada kendi işini güzellikle sunmak isteyen biri.

sanatın tanımına her ne derseniz deyin? kanlı sahneler, güzeli anlatmak, doğruyu anlatmak, bir sevişme sahnesi vs. herhangi bir şekilde ortaya bir sanat çıkarabilirsiniz. ama ben burada bu küçük yazımı, birkaç sanatsal video ile sonlandıracağım.



mesela bu bir sanatsal devrimdir.


bu da sanatsal bir devrimdir.



ve şahsiyet dizisi de öyle...