son 30 günde en çok ne okundu?

22 Kasım 2022 Salı

neden çarmıha gerilirsiniz? çarmıha gerilmek neyin belirtisi?


çarmıha gerilmek, bir yerlere çivilinmek, herkesin görebileceği bir yere doğru asılı şekilde çarmıhlanmak. bu cümlelerin artış hızı, toplumun anlayışsızlığı ile eş orandadır.

nedir peki yani, ne olunur çarmıha gerilince? çoğu kişinin aklına gelen duruma benzer bir şey söyleyeceğim aslında. taşlanırsınız, toplum sizi taşlar. sizin anlayış halinize erişemediği için sizi taşlar, ama bir şeyin istemsizce farkındadırlar diye düşünüyorum. çarmıhlanan kişi bir şekilde toplumda herkesin görebileceği yerde, örnek yerinde ise o kadar yüksektedir ki göğe doğru uzatmaları gerekir. bu ne demek oluyor söyleyeyim, biz sana erişemiyoruz, seninle eşit değiliz, seni yukarı kaldırmamız gerek, seni yukarı kaldırıp sergileyelim ki, tüm toplum, tüm insanlık eşit olmadığımıza, seni anlayamadığımıza şahit olsun. "SEN BİZDEN ÜSTÜNSÜN, BİZ BUNUN FARKINDAYIZ, ANCAK BİZ SENIN ANLAYIŞ SEVİYENE ERİŞEMEYİZ." demek, çarmıha germenin anlamını oluşturur. aslında çarmıha gerilen kişi de bu sebeple, bu durumun farkındadır. "bu insanlar beni anlamıyorlar, beni anlamamayı da beni çivileyerek gösteriyorlar."

elbette ki günümüz şartlarına göre çokça ilkel bir yöntem. yani günümüz şartlarında elbette ki çarmıh pek de uygulanabilecek bir yöntem değil. ancak mecazi anlamda, toplumdan dışlanan, topluma ayak uyduramayan insanlar için, ben "çarmıha gerilme" tabirini çokça hoş ve cazip buluyorum. çarmıha gerilmek netice olarak çok kötü ancak bir o kadar da gururlu bir durumdur. hem de yaşıyor olduğunuz toplum yüzünü her sabah cahillik ile yıkıyorsa, o toplumda çarmıha gerilmek çok gururlu bir sonuçtur. 

sonuç olarak konuyu toplayacak olursam, çarmıha gerilmek, istisnalar haricinde, toplumun sizi yüceltmesinin bir sonucudur. toplum yücelttiği kişiyi çarmıha gererek tepkisini bu şekilde ortaya koymayı başardığını zannetmekte. 

cahillerden oluşan bir toplumda, çarmıha gerilmek onurlu bir eylemdir.



7 Kasım 2022 Pazartesi

BEYİNDEKİ AKIŞKANLIKLAR vol1: arzularımıza ulaşmak için hazır mıyız?


peki ya tüm arzularımızın gerçekleştiği, amaçlarımızın tükendiği bir evrende yaşıyor olsak?

yoksa bizi hayatta yaşam çabasına sürükleyen, ölümü unutturan güç, arzularımızı gerçekleştirmeye dayandığımız düşüncelerimiz mi?

şu iki soruyu yazıp bıraktığım bir yazı, bu iki soruyu bugün yani 7 Kasım 2022 günü sabah saatlerinde yazdım. gözlerim uyku dolu bir haldeyken. 

tüm arzularımıza, hemen ilk fırsatta ulaşabildiğimiz bir hayat düşünelim, çaba sarf etmek sizin yahut ilk çabamızda ulaşabildiğimiz arzularımız. yaşamımızın bu döngüde ilerlediğini varsayalım. örneklendirme yolu ile konuya devam etmek gerekirse;

tüm insanlığın hemencecik, direkt olarak ilk aklında olan mesleği yaptığı bir evren düşünelim. ilk verilen kararlar sizce de her zaman doğru olan kararlar mıdır? bazen, hayatımızdaki çokça arzuladığımız olguların meydana gelmesi, bizi tam anlamıyla hayal kırıklığına uğratmakta. ben hatta şöyle düşünüyorum ki, bazen bu tür durumların, evrenden verilen bir mesaj olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. evren adeta bizimle konuşma 1çabası içerisine giriyor. "bu isteğin, senin hayatını güzelleştirmeyecek, sana bir seçenek sunuyorum, eğer vazgeçersen, daha güzel bir hayat seni beklemekte." bazılarımız evrenin bu konuşmasını hissedip vazgeçme yolu ile hayatını güzelleştirme adına bir çaba içerisine giriyor. emin olun ki, bir gayet, çaba, arzu hali mevcut olduğunda, o olgu da bizim için güzel ise, bir şekilde ona ulaşıyoruz, belki hemen, belki de birtakım dersler çıkararak. hemen ulaşılan arzuların lezzetinin büyüklüğüne inanan birisi hiç olmadım. aksine yorgunken yenen yemeğin, yorgunken yapılan uykunun daha lezzetli olduğunu düşünürüm. bunu sizler de hayatınızla karşılaştırabilirsiniz hatta. bir arzu ne kadar zorluk içerisinde kazanılıyorsa, o kadar daha çok değerli hale geliyor. beynimizin onu daha değerli durumda algıladığını düşünüyorum. ben kendi hayatımda da bu durumu istisnalar haricinde yaparım. kolayca ulaştığım arzularımın benim için çok da değeri kalmıyor açıkçası. zira o benim için belli bir ders çıkarılan arzu değil, örnek vermek gerekirse, yine lezzet konusundan örnek vereyim. şahsen ben tok durumdayken pek de yemek yemek istemem, zira pek de yiyemem. yorulmamışım, e yemek de yemişim, neden hemen hazır olan bir yemeğe sadece hazır diye oturup lezzetli bir şekilde yiyeyim ki. aç değilim. onun için hazır değilim. işte asıl nokta tam da burada saklı, hazır olmak.

hazır olmak nedir biraz buna değinmek istiyorum. içimizde bir arzumuza dair çokça büyük istek hali mevcut. peki, bu isteğimize göre içimizde de bir hazırlık hali mevcut mu? bu bahsettiğim hazırlık, arzumuzu kazanmaya dair yapacağımız çaba değil kesinlikle, elbette ki o en önemli etkenlerden biri. ancak bu arzuya ulaştığımızda hayatımızın kontrolünü yine aynı düzende sağlama yetisinde mi olacağız? o arzuyu elde etme layığında mıyız? çünkü arzu edilen bir durumu birçok kişi arzu edebilir öyle değil mi? önemli olan kimin ne kadar çaba gösterdiği, ne kadar istediği, ne kadar hazır olduğudur. eğer ki o durumda hazır değilsek, evrenden de bize o durumu vermesini çok da beklemeyelim. kendimizi arzuladığımız şeye o kadar hazır durumda getirmeliyiz ki, adeta evren de onu bize ait görmeli, bize sunmalı. bu sebeple arzu ettiğimiz şeye gerçek manada hazır olmamız gerekiyor. enerjinin gücüne çokça inanan biri olarak, bu duruma da çokça inanıyorum. çabamız var ise, gerçekten istiyorsak ve o duruma da hazır isek, o zaman evren de gerekli olanı sağlayacaktır. işte tam da burada, hazır olduğumuzda, arzuladığımız şeye kavuştuğumuz an, o anki sevinç tam olarak fotoğraflanmaya değer. o anı fotoğraflayın ve bir yerlerde anı olarak bulundurun, bu da küçük bir not olsun buna dair.

hazır olmadan da hazır olan bir yemeğin bize pek bir faydası olacağını düşünmüyorum. yukarıda da belirttiğim üzere, istisnalar mevcuttur, ki her durumda, her yaşantıda istisnalar mevcuttur. ancak evren daima, bizi durumlara karşı hazır görmek ister. velev ki hazır değiliz, velev ki çok istedik ve hazır olmadan o durum gerçekleşti. işte o zaman da mutsuz olmamak için elimizden geleni yapmamız gerekir, zira evren ile pek de zıtlaşmamak gerekir. bazen o kadar çok zorluklar karşınıza çıkarır ki, o zorlukların her biri aslında birer mesajdan ibarettir. mesajı okuyup, algıladıysanız harika, ancak okuyup, anlamanıza rağmen, anlamazlıktan geldiğinizde durumlar pek de iyiye gitmeyebilir. arzularımıza hazır olabildiğimiz, mutlu, güzel günler diliyorum. 


3 Kasım 2022 Perşembe

aydın olmanın yaşanılan coğrafyaya göre beliren ruhtaki zararları

 




aydın olmak muazzam bir şey mi bilemiyorum, bunun üzerine ayrıca düşünülmesi gerek diye düşünüyorum. ancak aydın olmak yaşanılan coğrafyaya göre zorluklar içeriyor.

1. sıfat Işık alan, ışıklı, aydınlık:
      Aydın bir oda.

2. sıfat Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver, entelektüel:
      "Akşam gazetesi, yurt aydınlarıyla konuşarak bizde niçin yazar yetişmediğinin sebeplerini araştırdı." - Orhan Veli Kanık

3. sıfat Kolayca anlaşılacak kadar açık, vazıh (söz veya yazı).

peki yaşadığımız ülkeyi göz önüne aldığımızda, ülkemizi sözlüğündeki ikinci anlamı karşılacak insan sayısı sizce ne kadar? 

şimdi varsayım üzerine, bulunduğunuz coğrafyadaki toplulukları, çoğunluktan azınlığa doğru sıraladığımızı düşünelim. öncelikle ilk sırada toplum geliyor, evet, düz toplum. her zaman, her fırsatta dile getirdiğim, kendini tanımayıp, yalnızca toplumun parçasını oluşturup birey olmayan kişiler. bu kısma yüzde 60 diyelim. 

kilit nokta, ikinci sırada ise toplumun ne yazık ki örnek olarak gördüğü, belli bir bilgi birikim seviyesinde olup, ancak bilgi birikimini yalnızca kendi doğruları üzerinden değerlendiren, söz konusu başka bireylerin arzu ve mutlulukları olunca, bu hususta herhangi bir desteği bulunmayan, hatta yönetim sınıfında olduklarında çok daha büyük ilerlemelerin önüne geçebilecek bir, yaklaşık yüzde 30'u oluşturan bir kitle. bu kitlenin yaptığı tam olarak kendi doğrularını insanlara aşılayabilmek, bunu özellikle vurgulamak isterim, "kendi doğruları". gerçek manada doğru olup olmadığının hiçbir önemi yok. tabii bununla da bitmiyor, bu kesin her konuyu kendi istediği şekilde, kendi anlamak istediği şekilde anlayıp, yorumlama yapıyor. maalesef ki bu kitle her ne kadar bazı konularda bir şekilde insanları iyi manada yönlendirebilse de, bu kitlede de genelekten beslenme durumu mevcut olduğundan, yine yaşanılan coğrafyanın güncel hale gelmesinde pek de fayda sağlamayacak bir kesim olmaktadır. 

şimdi de sırada son olarak, konunun temeli olan ve bulunulan coğrafyada yüzde 10'u oluşturan aydın kesime gelelim. aydın insanların, aydın bireylerin farklılıkları nedir, okurlar, öğrenirler, okuyup öğrendiklerini yaşamlarına uygularlar, güzel bir insan olabilme çabası içerisine girerler. yani özetle, en özeti ülkemiz sözlüğünde yukarıda yazılmakta olduğu şekliyle kabul edilebilir.

peki örnek vermek gerekirse, siz bir aydın olsanız, toplumun yüzde 60'lık bir kesmi, maalesef ki bilgiyi, kendi doğruları için kullanmakta olan yüzde 30'luk kesme tabi olan bir coğrafyada yaşamayı tercih eder misiniz? bunu daha da açmak istiyorum, aydın olmak, doğru bildiğini açık açık yapabilme yürekliliğidir. doğruyu söyleyebilme yetisi, özgüveni içinde barındırır. coğrafyanın yüzde 90'ı bu durum içerisindeki döngüde aynı şekilde yüzyıllar boyu yaşama devam ettiği ve kendini güncelleyemediği sürece, bu yüzde 10'luk kesim nasıl mutlu olabilir? nasıl tatmin olabilir? nasıl huzursuz olmaksızın yaşayabilir? 

böyle bir coğrafya içerisinde değil aydın olmak, birey olmak dahi o kadar zorlaşıyor ki; kendini tanımak, olmak istediğin gibi yaşamak, görünmek istediğin gibi giyinmek vesaire vesaire. böyle bir toplum içerisinde birey olmak dahi zor durumdayken, aydın olmak nasıl zor olmasın, yaşanılan coğrafyadaki aydınların beyin göçü yapmasının da temel nedeni aslında aydınca yaşayamamak değil midir? neden bu ruh hastalığı içinde yaşama çabası içinde bulunsunlar ki?

sizler diyelim ki a ülkesindesiniz, bir aydın olmayı da geçtim bireysiniz. kendinizi hemen hemen her anlamda tanıyor, biliyor, yaptığınız eylemleri anlamlandırabiliyorsunuz. elinizde fırsat var ise neden daha iyi imkanlara sahip olan b ülkesine gitmek istemezsiniz ki değil mi? bir birey olarak dahi bunun bilincinde olup, b ülkesine beyin göçü yapmak istersiniz muhtemelen. birey bu durumdayken a ülkesindeki aydın ve kendini tanıyan, bilen, mutlu olmayı amaçlayan, güzelliği amaçlayan azınlık kitlesinin b ülkesine beyin göçü yapmaması içten bile değildir.

peki ya beyin göçü yapmayıp, a ülkesinde kaldığında durum ne olur?

elbette ki yalnızlaşıyor, ülkede bireyler dahi yalnız durumdayken, entelektüel olan aydın insanlar nasıl yalnızlaşmasın? bir kere düşünce sistemi olarak hep dar pencereden bakan insanlarla aynı ülkeyi paylaşmaktan muzdaripler yani. psikolojik anlamda kendilerini sürekli yalnızlıklarından dolayı, toplumun diğer üyelerine kıyasla problemli bile hissedebiliyorlar. yani bu her bireyde ya da aydın kitlede olacak diye bir şey yok. ama gerçekten coğrafya olarak oldukça kendine kıyasla kötü bir yerde ise, işte o zaman kendisini toplum kıyasına göre, hastalıklı olarak değerlendirebilir diye düşünüyorum. eminim ki psikiyatristler ve psikologların hastaları arasında ülkemizin aydınlık yüzleri çokça mevcuttur. bu insanlar neden böyle yerlerde bulunuyor derseniz, bana kalırsa bunun en iyi cevabı da, kendilerini yalnız hissetmeyecekleri yerde olmaları diyebilirim. zira psikiyatristler ve psikologlar bir şekilde bizim toplum dışı eylemlerimizi, çok emin olmadan da istisnalar haricinde doğal karşılıyorlar bu da pek tabii güven hissi sağlıyor.

konuya devam ediyorum, a ülkesindeki aydın insan, aynı coğrafyada hayatını devam ettirmeye çalıştıkça ruhu daralacak, yaşamak eylemi zor gelecek, zira hayattan keyif alamıyor durumda olacak, hayattan mutluluk ihtiyacını karşılayamıyor olacak. bu insanı intihar eylemine kadar dahi sürekleyebilecek bir durum. bu yüzden aydın insanların farklı ülkeye, coğrafyaya gitmelerini çok doğru buluyorum. zira diğer türlü bunun sonu intihar, bunun sonu boşa kürek çekme.

aydın olmak zordur, hem de a ülkesinde yaşamaktaysanız. daha güzel coğrafyalarda, daha entelektüel bireylerle yaşayabilmek dileğiyle. 

30 Ekim 2022 Pazar

norm-al olan nedir

 


bu yazım anlaşılırsa, dünya barışı sağlanabilir.




sayın pek kıymetli okuyucum, kaç kişiden ibaretsiniz bilmiyorum, ya da her bir birey kaç kişiden ibaret onu da bilmiyorum, umarım bu yazıyı okuyan her birey, kendisini tanıyor, kaç kişiden oluştuğunu biliyordur.

sizlere bu defa norm kavramını anlatacağım, ardından normal kavramına geçiş yapmayı planlıyorum. şimdi norm kelimesine TDK ile baktığımız zaman, bu sözcüğün Fransızca'daki norme sözcüğünden geldiğini görüyoruz. biz ilk olarak ülkemiz sözlüğündeki yerleşmiş anlamlarına bakalım burada.

Fransızca norme

1. isim, felsefe, toplum bilimi Yargılama ve değerlendirmenin kendisine göre yapıldığı ölçüt, uyulması gereken kural, düzgü.

2. isim Önceden belirlenmiş kalıp, düzgü.

toplum bilimine göre baktığımızda, netice olarak, "uyulması gereken kural, düzgü" anlamına geliyor. düzgü kelimesinin anlamını tam şuanda benim gibi merak edenler olabilir, ona da baktım, o da norm sözcüğünün karşılığı, başka da bir anlamı yok. biz yine norm demeye devam edelim, neden derseniz, bana göre daha hoş geliyor. istiyorsanız siz toplum arasında düzgü diye de kullanabilirsiniz.

ikinci anlamına baktığımızda da, "önceden belirlenmiş kalıp" olarak görüyoruz.  şimdi bu iki anlamı karıştıralım. ne deniyor, uyulması gereken kural. peki bu kuralları kim belirliyor? bir eylemin norm kavramı içerisinde, norma uygun olup-olmadığını kimler belirliyor?

buna şu şekilde bir değerlendirme yapacağım, bir örnek ile. lezbiyen birine göre, yani kendi norm anlayışına göre, kendi duygu-düşüncelerine göre, kendisinin bir kadın ile ilişkiye girmesi norm kavramına uygun. 

aynı şekilde hetero bir birey için ise karşı cins ile ilişkiye girmek norm kavramına uygun, yani kendi bakış açısına göre bu gayet uygun. bu iki durumda da gayet problem yok değil mi, ikisi de düşününce oldukça mantıklı.

peki neden dünyanın bazı yerlerinde, hetero bireyler için, diğer ilişki türleri norm sözcüğüne aykırı geliyor? yani uyulması gereken bir kural mı bu? her bireyin hetero olması, olması gereken, normal bir durum mu? bu kalıplaşmış kural nerede geçmekte, bunu ilk kim belirledi? yani örneğin gay bireylerin birlikteliği yahut lezbiyen bireylerin birlikteliğini hangi anlayış mantık dışı buldu?

zira, lezbiyen bireyler, lezbiyen bireyler ile birlikte oldukça, gay bireylerin gay bireyler ile birlikte oldukça, bu şahısların norm kavramına ne gibi bir kötü etkisi olabilir? yani bu şahıslar istedikleri şahıslarla, karşılıklı olarak istekleri doğrultusunda beraber olmaları, norm kavramına nasıl uygun olmayabilir?

UYULMASI GEREKEN KURAL

ben herhangi bir yerde, erkekler kadınlarla olmalı yahut kadınlar erkeklerle olmalı, gibi yerleşik bir kural görmedim. bu kime göre bir kural, kime göre norm dışı. eğer erkek bir birey, kadın bireyle değil de, erkek bireyle birlikte olmak istiyorsa, burada eğer toplum onu kadın bireyle olmaya zorluyorsa, asıl norm dışı olan durum tam olarak budur işte. zira o kişi bundan zevk almayacak, bu şekilde mutlu olamayacak, bu şekilde tatmin olamayacak. neden onu kendi arzusu olmayan bir şeye itmeye çabalıyoruz? 

bir erkek, kendi vücuduna bir kadının dokunmasını istemiyor, ancak toplumun zorlaması ile kadın bir bireyle, zorla, istemsizce oluyorsa, bu erkek bireyin vücuduna ve haklarına tecavüz değil midir? ya da bunu bir kadın için de düşünebiliriz. kadın bir birey, vücuduna erkek bireyin cinsel manada dokunmasını istemiyor, erkek bireyle olmak istemiyorken, toplum normları doğrultusunda, zorla bir erkekle olması, o kadının vücuduna ve haklarına tecavüz olmuyor mu?

asıl norm dışı olan, tecavüz olan, bir kişiyi olması gerektiği kişiden farklı bir kişi olmaya zorlamaktır. ben kimsenin cinsel ilişkisine karışamam, bu hakkı kendimde bulamam, burada verdiğim örnek sadece norm kavramını daha iyi ve doğru şekilde açıklayabilmek içindi.

internet üzerinde bulmuş olduğum https://www.larousse.fr/ sitesinde yaptığım araştırma neticesinde de, norme sözcüğünün anlamını, "Bir sosyal gruba dayatılan davranış kuralları seti." olarak buldum. dayatılan kurallar, yani kısacası burada bir zorunluluk hissi var. norm içinde zorunluluk barındıran bir durum. ancak bu norm kavramı yaşanılan ülkeye göre değişiklikler de gösterebiliyor. örneklendirmek gerekirse, bazı ülkelerde eşcinsel evliliğin yasal olması ya da ülkelere göre değişiklik gösteren ceza sistemi.

yukarıda her ne kadar belirttiğim örnek ile, kadının kadınla birlikteliği yahut erkeğin erkek ile birlikteliğini norm kavramı içerisinde belirtmiş olsam da, bu kavram ülkeden ülkeye değişiklik göstermekte olduğundan;

a ülkesindeki bir lezbiyen normal görülmezken, b ülkesindeki bir lezbiyen normal görülebilir. zira normalleri ülkeler belirledikçe bizler zaman zaman normal oluyor, zaman zaman da anormal oluyoruz. ortada evrensel bir yasa, düzen olmadığı sürece. bu durum bu şekilde devam edecek.

peki eşcinsel bir bireyin, b ülkesinde normal görülmesinden ziyade her ülkede normal görülmesi hangi yolla sağlanabilir?

bana kalırsa bunu iki yolla yapabiliriz, birincisi bazı kalıplar için evrensel bir yasa, düzen sağlanmalı. bu sayede insanlar belli kalıplar içinde, her ülkede özgür şekilde yaşayabilir duruma gelir. ikincisi ise, norm kavramının anlamını değiştirmek,  evet gayet de norm kavramının anlamını değiştirmek gerek. "önceden belirlenmiş kalıp" işte bizi bu güncellikten her zaman ayıracaktır. neden kendini güncelleyemiyor bu kavram? neden bulunduğu duruma, yere, zamana göre şekil değiştiremiyor. bunun da temelinin eğitimden kaynaklı olduğuna inanıyorum. zira insanlara bu durum eğitim ile gösterilse, norm kavramının içeriğine eklense ve beraberinde norm kelimesinin anlamı tüm sözlükler içerisinde güncellense, o zaman her insan daha çok normal hale gelir.

şimdi belki şöyle diyecek olanlar vardır, benim normal olmak gibi bir derdim yok, yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum. elbette öyle, ben zaten buna katılan biriyim. insan vücuduna kendi istediği şekilde davranabilmeli, insan eylemlerini kendi istediği şekilde, kendine doğal gelen şekilde gerçekleştirebilmeli. zira diğer türlü toplumun dayılan kuralları içerisinde kalırız, yani norm sözcüğünün içerisinde oluruz. ama aslında çok da normal biri olmayız. şuan belki de birçok psikolojik hastalıkların temeli, depresyonların nedeni, normal olmamaya dair problemlerden kaynaklı. şu norm sözcüğünün yan etkilerinden kaynaklı.

daha fazla konuyu gereğinden çıkarmak istemiyorum, ama başlıktaki soruma cevap vermek gerekirse, şuan norm-al olan, her ülkenin kendi dayattığı kurallar çevresinde yaşamak. ama bana sorarsanız, asıl olması gereken norm kavramı, insanın kendi mutluluğu doğrultusunda, diğer insanların hayatına müdahale etmeksizin yaptığı eylemler bütünü olmalı. 

evet, yeniden yazmak istiyorum, bana göre norm kavramı,

"insanın kendi mutluluğu doğrultusunda, diğer insanların hayatına müdahale etmeksizin yaptığı eylemler bütünü"

normal olan ise, bu doğrultuda içinde yaşayan her birey. görün bakın, bunu anlayarak yaşayın, dünya barışı nasıl da sağlanıyor.




25 Ekim 2022 Salı

monologyada yaşamak


bu defa monologluğa dair bir miktar cümleler karalamak istiyorum. monolog kelimesinin anlamı nedir? birçok anlamı vardır ancak benim burada üzerinde konuşacağım anlamı, kendi kendiyle konuşanlara dair olan anlam üzerine.

yazımın başlığı neden monologyada yaşamak?

monologya, muhtemelen bazı alanlarda kullanılmış bir kelime olabilir ancak ben bu kelimeye şöyle bir anlam vermek istiyorum. "kendi kendisiyle konuşanların diyarı." 

evet, ben bu sözcüğe böyle bir anlam vermek istedim. TDK'nin web sitesinde de böyle bir sözcük olup-olmadığına baktım, sözlüğe göre böyle bir sözcük yok. o yüzden en azından şuan için rahatlıkla kendim böyle bir anlam katabilirim. monologya, aslında çoğumuzun bir şekilde içerisinde yer aldığı bir evren, bir diyar, ya da ne şekilde nitelendirirseniz. kendi kendinizle konuştuğunuz an, o diyarda bulunan insanlarla aynı yeri paylaşıyor oluyorsunuz.

peki monologyada bulunmak, kendi kendimize konuşmak bize ne gibi güzellikler katabilir? 

bir konuyu elbette diyalog halinde bir ya da birden fazla insanla konuşup, tartışabiliriz. bir konu üzerinde muhabbet edebiliriz. peki kendi kendimizle olunca bu neden tuhaf karşılanıyor? ki bunu bir de özellikle kalabalık bir toplum içerisinde belirgin bir şekilde yaparsanız, oldukça tuhaf karşılanırsınız. ama aslında iki ya da daha fazla kişinin birbiri ile konuşması kadar normal bir durum.

buna dair şöyle bir soru cevap yapmak istiyorum, tek soru ve tek cevaptan ibaret. ardından cevaba dair açıklamada bulunacağım.

soru, monologyada zaman geçirmek bize ne katar? 

cevap; öz, özgünlük, benlik, bize dair düşünebilme yeteneği, daha çok kendimiz olabilme yeteneği.

özümüzü ortaya ne kadar çıkarırsak o kadar çok bulunduğumuz topluma dair farklılıklar oluşturabiliriz, zira diğer türlü, bu konuda önceden bir yazımda da belirttiğim gibi, diğer toplum üyelerinden farkımız kalmaz. toplumda diğer toplum üyelerinden farkımız olmadıkça da, toplumumuzun ilerlemesini beklememeliyiz, zira kendisini sürekli tekrar eden bir toplumdan hep aynı sesler çıktığı sürece, farklı çıkan her ses kesilmek istenecektir, zira bunun da sebebi farklı çıkan seslerin azınlıkta olmasıdır. eğer toplumda farklı çıkan seslerin sayısı fazla olursa, herkes kendi öz benliği ile kendisinin özelliklerini ortaya koyarsa, işte o zaman farklılıklar içerisinde olan bir toplumda, herkesin de farklılıklara karşı olan "ses kesme" hissi azalacak, farklı çıkan sesleri normal sesler gibi duymaya devam edecektir.

yani aslında, burada anlattığım şeyin de temeli, monologyada bolca zaman geçirmekten geçiyor, zira monologyada kendi kendimizle zaman geçirmeyip, direkt olarak diyalog halinde diğer insanlarla iletişim kurduğumuzda, daha kendimizi tanımamış oluyoruz, kendimizi tanımadığımızdan dolayı da haliyle kendimizi, benliğimizi ortaya koyamıyoruz, bunlar da bir şekilde bizde bastırılan duygular olarak ortaya çıkıyor, belki de bu bizi zamanla psikolojik bunalımlara kadar da itebiliyor.

ama eğer ki kendimizi tanırsak, daha sağlıklı bir ruh ile toplumdaki yerimizi alabiliriz. yani buradan da, aslında monologyada çokça zaman geçirmenin psikolojik anlamda da ruhumuza iyi gelebileceği anlamını rahatlıkla çıkarabiliriz.

sonuç olarak toplumu oluşturan bizleriz, ben, sen o. bizler oluşturuyoruz toplumu. toplumun her bir parçasının aslında toplum için çokça önemi var. toplumun her bir azası, monologyada zaman geçirdikçe, kendini daha çok tanıyacak ve daha sağlıklı bir psikoloji ile toplum içerisindeki yerini alacak.

sağlıklı bir ruha, psikolojiye ve kendimizi tanıma erdemine erişmek istiyorsanız, sizleri monologyada kendinizle daha çok zaman geçirmeye davet ediyorum. 

(erdem sözcüğüne dair hemen TDK'den anlamına bakalım, eminim ki biliyoruz, ancak anlamını bir de tam olarak görmüş, okumuş olalım.


1. isim Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet:
      "Spor, alçak gönüllülük gibi bir erdem aşılar sporcuya." - Necati Cumalı

2. isim, felsefe İnsanın ruhsal olgunluğu.


evet, anlamı bu kadar.)

daha erdemli bireyler olabilmek adına, monologyada, sağlıklı yaşam diliyorum.