son 30 günde en çok ne okundu?

21 Mayıs 2019 Salı

neden süper güç olamıyoruz?

iki bin on dokuz yılının ilk yarısını sonlandırmaya yakın olduğumuz zamanlarda, neden süper güç olamadığımıza dair bir makale hazırlamak istedim. bunun için elbette sizler de biliyor ve aşikar bir biçimde görüyorsunuz ki, birden fazla neden var. bu soruyu değil bir makalede cevaplamak, kalıncasından, şöyle bir orta dünyayı anlatan tolkien'in kitapları gibi kitaplar yazmalı. o zaman bu konuda gerçekten aydınlığa ulaşabileceğimize inanıyorum.

bu soruya birkaç seri halinde cevaplamak istiyorum. diğer seriyi ne zaman yazarım bilmiyorum. belki iki bin on dokuz yılının ikinci yarısının sonlarına denk gelir, belki birkaç hafta sonra, kim bilir belki ben serimi devam ettirmeden süper güç bile oluruz, öyle değil mi? farkındayım pek komik değil, ülke olarak o kadar absürt durumlar içinde yaşıyoruz ki, kara mizah konusunda, bunu çok rahat söyleyebilirim, hiçbir kara mizah kitabı yoktur ki, bizim ülkemizin günlük yaşantısından daha komik olsun. kara mizahı okurum, gayette severim. Ama ülkemize kıyasla her kara mizah kitabı daha az komiktir, bunu unutmayın.

konudan sapmak istemiyorum, şu sıralar kendimi okumaya ve sessizliğe verdiğimden, yazmak için kendimi zaten fazlasıyla yetersiz görüyorum. yıllar öncesinde daha çok yazmaya odaklıydım, daha çok severdim, fakat şu sıralar yazmaktan biraz yorulduğumun  farkına vardım.

neyse, bu serinin ilk cevabını, okumak üzerine vereceğim. benim de çokça yaptığım bir konu. süper güç olmamızın önündeki en büyük etken okuma eksikliği. maalesef o kadar çok şey bildiğimizi düşünüyoruz ki, okumaya vakit ayırmak oldukça zor ve ağır geliyor. şöyle ki ben ilkokuldayken, internet bu denli kendini iyi göstermiş değildi. hani internet, şu yıllarda olduğu gibi, öğrenilmesi size  pek de bir şey kazandırmayacak konuları dahi ayrıntısına kadar öğrendiğimiz gibi değildi. ama bakın bu cümleyi kendim oluştursam bile, kesinlikle bilgi ne kadar size saçma gelirse gelsin, absürt gelirse gelsin, ben bunu öğrensem bana ne katkısı olacak diye içinden söylenseniz bile, onu öğrenmenizi tavsiye ederim. bilgi gerçekten mükemmel bir güç. eğer dünyada bilgiyi gerçekten yararlı biçimde kullanan insanlar olsaydı, dünyayı silahlar değil, dahi beyinler yönetirdi ve emin olun şuan olduğundan çok daha mükemmel bir gezegende yaşıyor olurduk.

buradan konuya farklı bir yere çekmek istiyorum, elimden geldiğince kısa tutarak. zamanım oldukça her ne olursa olsun herhangi bir bilgiye ayrıntılı olarak ulaşmayı çok severim, işime yarasın veya yaramasın, o konuya ilgili olayım veya olmayayım. çünkü gerçek anlamda öğrenmek bana mutluluk sağlıyor, daha doğrusu bilgi diyeyim kısaca. bilgi mutluluk gibi geliyor bana, sanırım bende uyandırdığı anlamı bu. geçenlerde şans eseri, benim dünya görüşüme göre gerçekten absürt bir bilgiye ulaştım. emlak vergisi. ev sahibi olsanız da anlaşılan bir şekilde bir yerlere ödemeler yapıyorsunuz. bu hangi ülkelerde var ve gerçekten ne gibi katkılar sağlıyor bu verginin amacı nedir hiç bilmiyorum. sadece düz olarak şu yorumu yapabilirim ki, anlayacağınız eviniz olsa bile, yani yıllarca çalışıp, belki zor bir şekilde sığacağınız eviniz olsa bile, yine de vergi ödüyorsunuz. bu miktar cüzi olsun yahut olmasın. hiç önemli değil, benim dünya görüşüme göre pek de makul olmayan bir vergi. ama dediğim gibi araştırmadım, belki araştırıp gerçek anlamda ne gibi katkıları olduğunu düşünürsem mantıklı gelebilir. ki halihazırda mantık dediğimiz şeyin şöyle bir algısı var. en mantıklı bir şey bile, siz onun bağlantısını vs bilmediğiniz takdirde sonuna kadar mantıksız gelebilir. ama araştırdıkça, birkaç bilgiye ulaştıkça aslında ne kadar da mantıklı olduğunu kavrayabilirsiniz. nasıl desem, ne kadar araştırma yaparsam yapayım, bu emlak vergisinin makul bir sebebi olacağı konusunda kuşkuluyum. eminim ev sahipleri de kuşkuludur. her neyse.

okumak dostum, okumak gerçekten sana mükemmel faydalar sağlar. bilgi dediğimiz aracı şu şekilde düşünme, "ben ne kadar çok bilgili olursam, statü olarak o kadar çok insanın üzerinde olurum." bu hiç mantıklı değil, bilginin sağladıklarından biri elbette bu. ama bilginin yararını böyle basit bir şekilde anlayamayız. bilgili olmak zor değildir, önemli olan bilgiyi makul yerlerde, makul biçimde kullanabilmek. şuan siz sanıyor musunuz ki ülkemizdeki insanların çoğu bilgisiz, hayır elbette. herkesin bilgiye bakış açısı farklı. a kişisinin bildiğini b kişisi bilmez veya tam zıttı biçimde. bilginin önemi insanlara cazip gelirse onu öğrenirler. bu biraz bilginin insanlara ne kadar fayda sağladığına göre değişiyor. ama asıl önemli olan, bilginin bize ne fayda sağladığını düşünmeden onu elde edebilmek. bu makalemin bir yerlerinde de belirttiğim gibi, bilgi. her ne konuda olursa olsun, öğrenin. lütfen, vazgeçmeyin, lüzumsuz bilgiler ansiklopedisi vardı mesela. yıllar önce hatırlıyorum pdf biçimdeydi ara ara okurdum vs. gayet de hoş bilgiler, hiçbiri de bana lüzumsuz gelmemişti. bilgi sonuçta, bana kalırsa bir çeşit anlatım bozukluğu "lüzumsuz bilgiler". bilgi dediğimiz şey dünya üzerinde herhangi bir insana bir şey katıyorsa, işte o zaman gayet de lüzumludur. süper güç olma yolunda bu belirttiğim ansiklopediden de faydalanabilirsiniz.

sıkıldım demeyi pek tercih etmiyorum. yalnız yorucu geldi. yazıyı burada bitireceğim, ama özetle şunu belirtmeliyim ki, süper güç olmamız yolunda gerçekten önemli bir adım varsa o da okumak. lütfen okuyun. her ne olursa olsun.

23 Ekim 2018 Salı

beğeni algımızın kalitesini nasıl anlayabiliriz?

bu küçük makalemde amacım, beğeni algımızın neye dayandığını ve kalitesini nasıl ortaya çıkarmakla ilgili olacak, küçük bir deney mahiyetinde de düşünebiliriz.

beğeni algımızın seviyesindeki kalite eksikliğini, belki teknolojinin aşırı gelişip bir şeyleri önümüze sermesine bağlayabiliriz, ama belirleyici bir etken olamaz. teknolojinin aşırı gelişmişliğini kötü hale getiren yine bizleriz maalesef.

evet, teknoloji bir şeyleri önümüze çok daha rahat şekilde getiriyor, fakat bunu yeterli bulup önümüzde gelenle yetinmek, önümüze geleni güzel görüp geçmek gibi bir hata yapıyoruz, bunu daha açıklayıcı biçimde şöyle anlatacağım.

insanlar genel olarak bir şey kaliteli olsun veya olmasın ona bakmaksızın, o şeyin popüleritesine bakıyor. eğer bir şey çok fazla beğeniler, kalpler vs almışsa, o şeyi dünyanın en kaliteli eseri gibi görebilyoruz.

bu küçük bir söz, bir kıta şiir veya çok popüler dizideki replik de olabilir...

bunlar elbette güzel olabilir, ama dediğim üzere bunlar popüleritenin seçip önümüzde bıraktığı şeyler, yani genelleme mevcut. bir genel ortalama olarak birkaç film beğeniyor, her sene ısıtılıp ısıtılıp o önümüze geliyor?

peki nerede araştırma? hani teknoloji elimizdeydi, bilgiye çok daha rahat ulaşabiliyorduk, öyle değil mi?

araştırma yapılmıyorum efendim...

maalesef ki bir şeyin popüleritesine bakılıp geçiliyor insanlar bir şey popüler değilse, bu bir müzik, bir film veya bir kitap olabilir, popüler değilse, kesinlikle hiç bilgisi olmadan bile eleştirebiliyor.

size önerim şudur ki; araştırın efendiler.

araştırın ve gerçek kaliteyi görün. emin olun ülkemizde halen bilmediğimiz nice kaliteli eser var raflardan hiç kaldırılıp bakılmayan, neden? Çünkü popüler değil...

nice film var kalite dolu çoğu kitlenin maalesef ki bilmediği, sırf popüler değil diye.

bir yerlerde nice sokak sanatçıları var ellerinden güzel eserler çıkartan... bunların hemen hemen hepsinin arasınca neler neler var insanlığa kalite sunan, yalnızca bir yerlerde bir şekilde sanatlarını sergiliyorlar, bizler de popülerite kitlesiyle, aslında bazen hiç anlamadığımız filmleri bile "popüler" adı altında bilip ne hoş yorumlar yapıyoruz, öve öve bitiremiyoruz...

biraz gerçekçi olup kendi bakış açımızla eserlere bakarsak, bu ülkedeki kaliteli sanat eserlerini de çok rahat bir biçmde görebileceğiz.

popüleriteyi değil, kaliteyi bulmanız dileğiyle...

25 Ağustos 2018 Cumartesi

karar vermek zor mu?


karar vermek zor mu sizce?

Yoksa onu zorlaştıran yalnızca biz miyiz?


Bence hiç de zor değil...


Örneğimi de yukarıya bıraktığıma göre şimdi güzelce başlayabilirim konuma. Bir konuda karar vermek bana kalırsa o konuya baktığınız hale göre değişir. Yukarıdaki örneği görüyorsunuz değil mi? En üstteki oldukça büyük, gözümüzü hatta hafif de olsa yorar derecede. Onun bir aşağısındaki de bazılarımızın yakınlaşmadan okuyamayacağı türden. Ama bir de onun altındakine bakalım. Gayet ideal değil mi? Okunabilecek türden. Hayatta karar verme kısmında da aynen böyle kalıyoruz.

Biz bir şeyleri çok büyüterek ya da çok küçük görerek yapıyoruz hatayı. Ama aslında bir şeyleri ortalama konuma yerleştirsek, yani vereceğimiz kararın veya kararların sonucunu hayatın sonu olarak görmesek gayet de güzel bir şekilde karar verebileceğiz.

Karar verme kısmında bizi en büyük yanıltan şey zaten stres olgusu oluyor. O stres içerisinde beynimizin o kararı onaylayan kısmında bir şeyler zorlanıyor. Ben şimdi size bilimsel açıdan konuşamam burada ama tam olarak bu oluyor. Biz beyni yoruyoruz, o da orada karar verirken zorlanıyor. Hatta bazen yanlış kararlar veriyor stres altında.

Açıkçası strese girmesek, bunu hayatın normal akışındaki gibi görsek, sakinlik içerisinde gerekli olan kararı verebileceğiz zaten. Bizim burada yapıyor olduğumuz hata strese girmek, strese girdik mi işin akışını bozarız arkadaşlar, işte biz oraya hiç girmeyeceğiz. Oraya girmemek için de sakin kalmaya çalışacağız yalnızca. Bunu hayatımızın her anında yaşayabilmek elbette çok zor, çünkü insanların bulunduğu konumdaki karar verme kısmı elbette farklı. Kimimiz bu konuda daha rahat kimimiz de zordadır. Özellikle zorda olanlar, bir konu hakkında tek karar verecek olanlardır. Karar verme olgusu tek bir kişiden olursa yanılma payı yüksek olurken, birden fazla insana(yalnız bu insanlar gerçekten makul kişiler olacak, o konuda bilgi sahibi olacak) danışarak karar vermeye çalışırsak çok daha mantıklı sonuçlar alırız.

Burada yanlış anlaşılma olmasın ben insanların kararına göre bir şeyler yapın demiyorum, insanlara danışın, onları DEĞERLENDİRİN.

Değerlendirme kısmı önemli, siz onu direk alırsanız onun kopyası gibi yaşarsınız yalnızca, ama diyelim ki 10 farklı insandan bir konuda düşünce aldık ve 10 düşüncenin ortalaması ile belli bir konuya varırsak o zaman tamam. Bakın işte bu en sağlıklısı olacaktır. Danıştığınız kişi sayısınca bilgi seviyeniz yükselir, bunu unutmayın. Özellikle bir işte hep farklı yolları deneyen insanlara danışın. Ben şimdi bunu bir örnekle de açıklayacağım.

Örneğin öğrenciler için tercih süreci.

Bu oldukça normal bir süreç, normalden kastım olağan. Bu başımıza gelecek bir durum. Burada önemli olan çevremizde düşüncelerine güvendiğimiz insanların tercihlerinden memnun kalan insanların görüşlerini almak. Bir işte başıboş bir biçimde yalnızca kendi kararımıza göre hareket edersek yanılma payı yüksek olur. Ama çok iyi sonuçlar alır mıyız elbette alırız ama bu da bir ihtimal tabii. Benim amacım burada ihtimalleri kaldırıp kesin sonuçlar alabilmek.

Kimse sonuç olarak tek başına aldığı düşünceyi "ben kimseden etkilenmeyerek bu düşünceye vardım." diyemez, diyeceğini de sanmıyorum. Çünkü biz insanlar genel olarak hayatımzın bir yerinde olaylardan ve kişilerden etkileniriz, her ne kadar fark etmesek de. Aslında etkilenmemiz sonucu kararlarımız oluşur zaten. Elbette ki farklılıklara göz atabilmemiz, bunları görebilmemiz, anlayabilmemiz gerek. Farklılıklar içinde alınır en güzel ve en kaliteli sonuçlar bunu unutmamamız gerek.

Karar sürecini adım adım anlatmak gerekirse şöyle başlayalım:

1- Karşılaştığımız durumları çok büyük veya küçük görmek yerine gerçekten bulunduğu konumda, ona olduğu gibi değer vermek.

2- Düşüncelerine önem verdiğimiz insanlara danışmak.

3- Aldığımız düşünceleri değerlendirmek.

4- Bu veriler sonrasında "KENDİMİZE" mantıklı geldiği şekilde, sakinlik içerisinde karar verebilmek.

24 Ağustos 2018 Cuma

aforizmalarım -1


1.

Bir insanın yaşayış halini kısıtlamak o insana yapılabilecek en büyük zarardır. Ve insan kendi içgüdüleri ile beraber dürtülerinin oluştuğu bütünlükle yapamadığı eylemlere nazaran daha büyük fiiliyatlara kendini yönlendirerek toplum açısından büyükçe bir zarara sebebiyet halinde bulunacağı kaçınılmaz bir olay olacaktır.



2.

Konunun aslına bakılacak olursa gerizekalılık bir zeka eylemi olarak görünebilir. Şöyle ki, bu insanlar hayatta kendilerine kalan ve kalacak olan iş yükünü aza indirebilmek, yaptıkları eylemlerin zararından kendilerinin sorumlu tutulmaması adına gerizekalılık adı verilen bir hakaret adı altındaki bu yakıştırmaya sahip  olabilmek için ellerinden gelen çabayı son noktasına kadar götürerek bu eylemleri sonrasında gerizekalılık hareketlerini üzerlerine yapıştırırlar ve bu şekilde hayatlarına devam ederler. Gerizekalılık bu çabaların nihayet vermesiyle hakaret anlamına değil de bu kişiler için kalıcı bir sıfat haline dönüşür.


3.

Mesela galata kulesinin temizliğini yapan/yapanlar da muhtemelen galatadan nefret ediyor. Bir yerde ne amaçla bulunduğun o yere karşı hislerini değiştirmeye neden olur. Aynı kişi zenginlik kavramı altında galataya yurt içinden/dışından gelmiş olsa ona hayranlık duyan insanlardan yalnızca biri olacaktı o kadar. Yalnız kavram işini her ne olursa olsun seven kişilerde farklılık gösterecektir.



4.

Kalitenin asıl olayı şudur; bir nesne kaliteli ise onu içerikleri belirler. Topluluk tarafından "kaliteli" damgasını yemesi onu kaliteli yapmadığı gibi herhangi bir kişinin o nesneye "bu ürün kalitelidir" demesi de o nesneyi kaliteli yapmaz. İçeriklerinin kaliteli olduğunu anlamamızın yolu ise o içerikleri çözümleyen bir uzman tarafından yorum/eleştir alabilmektir. Ürünün kalitesini ancak o zaman çözümlememiz mümkün olacaktır.


5.

Bundan yıllar sonra değil aylar sonra veya şuan bile kitap okuyan insanlar bize nesli tükenmekte olan canlıyı anımsatacak. Öyle ki bu tür insanlar gördükçe bunu takdir edip dünyanın en zor olaylar eylemlerinden birini gerçekleştirdiğini kendisine ve kendimize inandırmaya çalışacağız. Kitap okuyan bir insan için buna inanmak gökyüzündeki yıldız sayısınca komik olsa da diğer insan/insanlar için buna inanmak oldukça kolay olacaktır. Yakında televizyonlarımızda duyulacak sözcüklerden biri şu olabilir: 

"Evet şurada kitap okumakta olan bir insan görüyorsunuz. Ne kadar ilginç değil mi?"